19 Mayıs 2016 Perşembe

Ensest Yasağı Üzerine

 Ensest kelime anlamıyla aile içi yasak ilişkidir. Açacak olursak ensest, aile bireylerinden herhangi birinin çocuğa kendi vücudunu göstermesi, onu soyunmaya zorlaması ve onu çıplak izlemesi, ona dokunma isteği, genital organa uyarıcı müdahalede bulunması ya da cinsel ilişkiye girmesi olayıdır.

    İnsanlar soylarını devam ettirip çoğalana kadar ensest yasağı yoktu, yasak çoğaldıktan sonra başladı. Adem’ in çocukları Habil ve Kabil kız kardeşleriyle evleneceklerdir soylarının devamı için ve bu durumu yasaklayan bir ahlak anlayışı da yoktur. Yani kandaşla cinsel ilişki haram birleşme değildir. Aslında ensestin ilk öncelerine baktığımızda üremenin ön planda olduğunu görürüz.

      Eski Mısır firavunlarında ve Roma imparatorlarında aile içinde evlenmeler normaldi hatta bu onların seçkin kişiler olduğunun ifadesiydi çünkü halk arasında böyle evlilik ve ilişkiler yasaktı. Tanrı tarafından bireylerin çoğalmasına bağlı olarak kademe kademe dinlerle ensest ilişki yasaklanmıştır. Yani ensest ilişkinin yasaklanmasının temelinde dini kurallar yatar. Baktığımız zaman baştaki üremek için icazet verilen ensestin Freud’ un deyimiyle libidoya ( şehvete ) dönüştüğünü görürüz. Gerçekleşen ensest ilişki şehvete, arzulara dayanmaktadır yoksa üreme isteğine değil.

      Ensest yasağı aralarında kan bağı olan ve daha sonra kan bağı olmayan kişilere de uygulanarak ( örneğin eşin annesi) ahlaki bir değer olarak konmuştur. Örneğin bizim kanunumuzda 1. ve 2. dereceden kan ve kayın hısımlarıyla evlenmek yasaktır, fakat bu kişilerle cinsel ilişkiyi yasaklayan bir hüküm bulunmamaktadır. Bu, ensest yasağının biyolojik ve fizyolojik olarak değil ahlaki olarak koyulduğunu da gösterir. İlkel kabileler de bu yasak çok görülmemiştir, tabiattan kültüre geçişte bu yasak bir köprüdür fakat tek başına değil.

      Ensestin genellikle kadınlara ve güçsüzlere yönelik olması bu sorunun cinsiyetler arası bir eşitsizlik olduğunu gösterir tıpkı tecavüz gibi. Erkek olmak güçlü ve hakim olmak demektir ve erkeklerin toplumda ki konumu da bellidir. Şunu da söyleyebilir miyiz acaba? Kadınına sahip olarak kadına tecavüz etmek erkeğin hakimiyet alanına girip ona zarar vermek ise baba ve kardeş dışındaki kişilerin yakınlarına karşı gerçekleştirdiği ensest de bu kapsama girmez mi? Çünkü bazen bu yakın akrabalar kızın babası veya kardeşleriyle husumet içerisindedirler. Her şey bir yana ensestin gayrı ahlakiliği su götürmez bir gerçek olarak karşımızda durur.
 

İnsan Hakları Çerçevesinde Gıda Hakkı

“Kemale erenler, ancak midelerine
gireni kontrol etmekle kemale
ermişlerdir.” (İbrahim bin Ethem)

Gıda, insan bedeninin hayatiyetini sürdürebilmesi için doğal yollarla alınması/ tüketilmesi zorunlu olan, vücut yapısına ve sindirime müsait her türlü yiyecek olarak tanımlanabilir. Gıdayı ilaçtan yahut özel durumlarda kullanılan konsantre mamullerden ayıran temel özellik, onun doğumdan ölüme kadar tüketilme zorunluluğudur.

İnsan hayatındaki yerini düşündüğümüzde, insanın hayat kalitesiyle tükettiği gıdalar arasında pozitif korelasyon olduğunu görürüz. Taze, temiz, doğal gıdalar insan metabolizmasının işleyişinde aksaklık çıkarmaz ve böylelikle hastalıklara geçit vermezken bunun aksine, doğallığından uzaklaştırılan gıdalar metabolizma üzerinde yıkıcı etki bırakır. Endüstri toplumu öncesinde üretim şekillerinin basitliği birçok gıda maddesinin doğal ortamında üretilmesini gerektiriyordu. Sanayi Devrimi’nin akabinde insanların köylerden şehirlere doğru başlayan göçü, şehirlerin nüfusunu arttırmış, bu da şehirlerin gıda ihtiyacını karşılamak için başkaca yollara başvurma gerekliliğini beraberinde getirmiştir. Bugün görülen temel problemlerden birisi, bazı gıdaların Genetik Yapısı Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) oluşudur. Bunun sebebi, bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi veya ona doğasında bulunmayan bambaşka bir karakter kazandırılması yoluyla elde edilen canlı organizmanın ne kadar sağlıklı olduğu sorusuna verilen cevabın ikna edici olmayışıdır. Sağlıklı beslenmenin sadece fiziki değil aynı zamanda hukuki yönü olduğunu hesaba kattığımızda GDO’lu gıdalar konusunun önemi bir kat daha artmaktadır. Zira beslenme hilafsız bir haktır.
Beslenme hakkı, herkesin, yeterli, güvenli, sağlıklı gıdaya kolayca ve sürdürülebilir şekilde, ulaşma hakkını kapsar. Çağımızda sağlık ile beslenme hakkı iç içe geçmiştir. Beslenme, sosyal bir hak olan sağlık hakkıyla doğrudan ilişkilidir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre sağlık hakkı hasta olmama hakkını kapsamaktadır. Tüm insan haklarının evrensel, ayrılmaz, birbirine bağlı ve birbiriyle ilişkili olduğunu düşündüğümüz zaman, bu bağlam içinde GDO’lu gıdaların yaşam hakkına yönelik bir tehdit olduğunu ve bu suretle bir bakıma yaşam hakkını ihlal ettiğini savunmamız hiç de yanlış olmayacaktır.

Beslenme hakkı uluslararası insan hakları belgelerine ilk kez 1924 yılındaki Çocuk hakları bildirgesi ile girmiştir. Bildirgede aç çocukların beslenmesi gerektiği belirtilmiştir. 1959 tarihli Çocuk Hakları Bildirgesinin 4. ilkesinde ise; sağlıklı büyüme için gerekli olan beslenme, barınma dinlenme ve oyun olanakları birlikte değerlendirilmiştir. İnsan haklarının gelişiminde bir başlangıç addedilen 1948 İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde ise beslenme hakkı hem bireyin kendisi için hem de ailesi için isteyebileceği bir hak olarak belirtilmiştir. Yaşam standardı hakkı ve sosyal güvenlik hakkı başlığı altındaki 25. maddenin 1. fıkrasında,

“ Herkes kendisinin ve ailesinin sağlığı ve iyiliği için beslenme, giyinme, konut, tıbbi bakım ve gerekli sosyal hizmetlerden yararlanmayı da içeren yeterli bir yaşam standardı hakkına ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, yaşlılık durumu veya kendi iradesi dışında geçim vasıtalarından yoksun kaldığı diğer haller için bir güvenceye sahip olma hakkına sahiptir., ifadesine yer verilmiştir.

Uluslararası insan hakları hukuku beslenme, yani gıda hakkını da kapsamakta ve bu hak BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesinin 11. maddesinin 2. fıkrasının a ve b bentlerinde yer almaktadır. Sözü geçen bentlerde şu ifadelere yer veriliyor:

“a) Teknik ve bilimsel bilgiyi tam olarak kullanarak, beslenme prensipleri ile ilgili bilgileri duyurarak ve doğal kaynakların etkili bir biçimde geliştirilmesini ve kullanımını sağlayacak bir yolla tarım sistemlerini ilerleterek veya reform yaparak, üretme, üretilenleri saklama ve dağıtma yöntemlerini geliştirmek;
b) Yeryüzündeki besin kaynaklarının ihtiyaçlara göre eşit dağıtılmasını sağlamak için, gıda ihraç eden ve gıda ithal eden ülkelerin sorunlarını dikkate almak.”

Görüldüğü gibi sözleşmenin bu maddesi besinlerin üretimi aşamasında dikkat edilmesi gereken hususlara tam bir açıklık getirmemesi sebebiyle tam bir koruma sağlayamıyor. (a) bendinde tarım sistemlerini geliştirerek üretme, saklama ve dağıtımdan (b) bendin de ise eşit dağıtımdan bahsediyor.
1974 BM Açlık ve Sefaletin Ortadan Kaldırılmasına dair Evrensel Bildirisinde, 1986 Kalkınma Hakkı Bildirgesinde, 1989 Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’de, 1990 Çocukların Yaşatılmaları, Korunmaları ve Geliştirilmelerine Yönelik Dünya Bildirgesi ve Eylem Planı’nda, gıda hakkına ilişkin hükümler bulunmaktadır. 1992 yılında gerçekleştirilen Uluslararası Beslenme Konferansı ve 1996 yılında gerçekleştirilen Dünya Besin Zirvesi’nde, gıda hakkı ile ilgili kararlar alınmıştır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Teşkilatı (FAO) konseyi tarafından 2001 yılında gıda ve tarım bitki üretim kaynakları uluslar arası sözleşmesi imzalanmıştır. Bu anlaşma gıda hakkının uygulanabilmesi için atılması gereken somut adımları belirlemekte yol haritası çıkartmaktadır. Fakat nelerden sakınılması gerektiği belirtilmemektedir. Üye ülkelere açlık ve yoksullukla mücadele de tavsiyelerde bulunmaktadır. GDO ve zararlarını tam anlamıyla göz önüne alarak anlaşmalar hazırlanmamıştır. Yine gıda hakkı Amerika İnsan Hakları Bildirgesi ile Afrika İnsan Hakları Belgesinde de yer bulmuştur. Buna karşın beslenme hakkının uluslar arası belgelerde olması gereken şekilde yer aldığını söylemek mümkün değildir.

Greenpeace’in ülkemizde yaptığı araştırmaya göre; halkımızın %82 gibi çok büyük bir çoğunluğu, GDO’nun ne olduğunu iyi biliyor ve %83'ü, bir üründe GDO olduğunu bilirsem yemem diyor. Hal böyleyken GDO’lu ürünlerin sözleşmelerle kısıtlanmamasının makul bir izahı bulunmuyor. Bu durum ancak ucuz maliyetler ve yüksek karlarla iş yapan sermayenin baskısı ile açıklanabilir ki, bu da toplumun genel menfaatinin öncelikler sıralamasında aşağı sıralara düştüğü neticesini doğurması açısından manidardır.

Devletin beslenme hakkını sağlayabilmesi için aktif bir müdahalede bulunması gerekir. Engel olmaması bu sorumluluğun ifa edildiğini göstermez. Kişilere ve en önemlisi devletlere düşen görev gıda maddelerinin içinde yer alan katkı maddelerinin oluşturacağı tehlikeler ile mücadele etmektir. Kısacası devletler pozitif yükümlülüklerinden olan önleme yükümlülüğünü yerine getirmelidir. İnsan hayatını rizikoya sokacak bütün tehlikelerin bir an evvel önüne geçilmelidir ki sağlıklı beslenme hakkı korunsun.
Sonuç olarak, sağlıklı beslenme hakkı, dolayısıyla yaşam hakkı garanti altına alınmalı ki, diğer haklar vücut bulabilsin.
 

[1] Besiri,Arzu,Yeşilay Dergisi,Eylül 2011,S. 932,s. 12.
[2] Güzeloğlu, Turan, Küresel Gıda Krizi ve Beslenme Hakkı, TBB Dergisi, S. 80, s. 307.
[3] Güzeloğlu, Turan, age., s. 310.
[4] http://www.belgenet.com/arsiv/bm/bmekohak.html
[5] Güzeloğlu, Turan, age., s. 311.
[6]http://www.greenpeace.org/turkey/t
Bu Makale  Hayat ve Sağlık DergisindeAralık-2012'de  yayınlandı