Engelli, vücudunda doğuştan veya sonradan oluşmuş, fiziksel, biyolojik
veya estetik olarak, görünüm / işlev bozukluğu nedeniyle , günlük hayat ve
sosyal yaşam içerisinde engel ve sorunlarla karşılaşmakta olup, genel hayata
uyum sağlayabilmesi ve engel durumuna özel gereksinimlerinin sağlanması için,
sosyal-bilimsel çalışma ve destekleri almaya hakkı olan kişidir. ( örneğin;
görme engelli, işitme engelli, zihinsel engelli, ortopedik engelli, konuşma
engelli, ...)
2004 yılında çıkarılan Özürlüler kanununa göre engelliler “ Doğuştan veya
sonradan herhangi bir hastalık veya kaza sonucu bedensel, zihinsel, ruhsal,
duygusal ve sosyal yetilerini çeşitli derecelerde kaybetmiş, normal yaşamın
gereklerine uyamayan, günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri olan korunma,
bakım, rehabilitasyon, danışmanlık ve destek hizmeti alan kişilerdir.
Bugün, bir
kişinin engelli sayılabilmesi için, o kişinin bedensel ( anatomik, ortopedik )
bozukluğundan ziyade, fonksiyonel yetersizliği olup olmadığına, bir başka
deyişle, arızalanmış organların ne derecede görevlerini yerine getirip
getirmediğine bakılmaktadır.
Dünya Sağlık Örgütünün
tıbbi açıdan yapmış olduğu özürlü tanımı şu şekildedir:
“Bedensel, zihinsel ve
ruhsal özelliklerinden belirli bir oranda ve sürekli olarak
fonksiyon ve görüntü
kaybına neden olan organ yokluğu veya bozukluğu sonucu kişinin
normal yaşam gereklerine
uyamama durumudur. Bu durumdaki kişiye özürlü
denilmektedir.”
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ
BİRİNCİ
BÖLÜM
KURAN’ DA KULLANILAN ENGELLİLİK
KAVRAMLARI VE ENGELLİLİĞİN NEDENLERİ
1. Kuran’
da Gerçek Manada Kullanılan Engellilik Kavramları
I. Körlük
II. Dilsizlik
III. Sağırlık
IV. Akılsızlık
V. Ortopedik Engel
VI. Hastalık
2. Allah’
ın Adaleti Açısından Engelliliğe Bakış
3. Engelliliğin
Nedenleri
I. İnsanların Hataları
II. İmtihan
İKİNCİ BÖLÜM
SORUMLULUKLAR VE
TANINAN KOLAYLIKLAR BAKIMINDAN KURAN’ IN ENGELLİLERE BAKIŞI
1. Dini
Sorumluluklar Bakımından
2. Tanınan
Kolaylıklar Bakımından
SONUÇ
GİRİŞ
İnsan Allah’ ın
yarattığı varlıklar içinde en kıymetli, en üstün, en mükemmel ve en şerefli
varlıktır. İnsan kendi iradesiyle nefsini iyiye ve güzele yönlendirebileceği
gibi , kötüye ve yanlışa da yönlendirebilir. Kur’an insanlık için bir rahmettir
ve Hz. Muhammed (s.a) insanlığa doğru yolu göstermek ve geçmiş ümmetlere getirilen
zorlukları kaldırmak için gönderilmiştir. Yüce Allah, kendisini ve kitabını
rahmetle, Nebi’yi de rahmet ve ümmete zor gelen hususları bağışlayıcılık
sıfatıyla vasfetmiştir. Yine Kur’an’da pek çok ayette kişinin noksanlıklarının
yol açtığı özel durumların, kişiyi mükellef tutmada dikkate alındığı
görülmektedir.
Engelli her insan, insan olması münasebetiyle
imtihana tutulmaktadır ve kişinin engelliliği imtihanlarından birisidir.
Engellilik günlük hayatı zorlaştıran ve direkt olmasa da dolaylı olarak engelli
kişinin ailesini de ciddi manada sıkıntıya sokan bir durumdur. Önemli olan bu
imtihan sürecini kulluk bilinci ve sorumluluğuyla atlatmaktır. Madem ki bizler
müslümanız kitabımızın bize gösterdiği yol çerçevesinde hareket etmeli ve
böylelikle Allah’ ın rızasını kazandığımız gibi engelli kişilere karşı da
bilinç oluşturmalıyız.
BİRİNCİ BÖLÜM
KURAN’ DA KULLANILAN ENGELLİLİK KAVRAMLARI VE ENGELLİLİĞİN NEDENLERİ
1. Kuran’ da Gerçek Manada Kullanılan Engellilik
Kavramları
Kur’ anı Kerim’
de direkt olarak engelli kelimesini içeren bir kelime bulunmamakla birlikte,
her tür hastalık, bedensel ve zihinsel engelliği ifade için farklı kavramlar
kullanılmıştır. Mesela Darr; her türlü bedensel ve zihinsel hastalığı, maddi –
manevi her türlü zarar veren şeyi, şiddet, hastalık, darlık ve sıkıntıyı ifade
etmektedir. Durr; insanın bedeni ve zihni organlarında meydana gelen
engelliliği ve her türlü hastalığı içermektedir. Muzdar; bedensel ve zihinsel
engelliliği, maddi – manevi her türlü sıkıntı ve musibeti içermektedir. Uli’ d
darar; körlük, sağırlık, dilsizlik, topallık, bunaklık, felçlilik, delilik gibi
bütün her şeyi kapsamaktadır. Marad; sağlığın bozulmasında kullanılır. Özür ise
Arapçadır, bir eksik ve günahı olma demektir. Kişinin kusur veya günahından
dolayı kendini temize çıkarmaya çalışması da bu kapsamdadır
.
Görüldüğü gibi Kur’ an – ı Kerim pek çok terim içermektedir.
I. Körlük
Kur’ anda en çok bahsedilen engel grubu olmasının
nedeni
o dönemde hastalık sebebiyle ve bunun yanında savaşların ok
ve mızrak gibi delici aletlerle yapılmasından dolayı toplumlarda görme
kabiliyetlerini kaybeden insanların çok olması olabilir.
Kur’ anda körlerden ama ve ekmeh kelimeleri kullanılarak
bahsedilmektedir. Körler çeşitli sebeplerle görme yetisini yitiren
kişilerdir.
Ekmeh ise anadan doğma
kördür.
“Ekmeh” kelimesi iki ayette Hz. İsa’nın görme
engellileri iyileştirmesi bağlamında geçmektedir (Ali İmran 3/49; Maide 5/110).
Ayrıca Hz. Yakub’un gözüne üzüntüsünden ak inmesi (Yusuf 12/ 84) ve daha sonra
iyileşmesinden söz edilmektedir
(Yusuf 12/93). Görme engelliliğinden söz eden 28 ayetin onbeşi fiziksel anlamda
görme engelliliğinden beş tanesi benzetme bağlamında görme engelinden, dört
tanesi ise ahirette görememekten söz etmektedir.
Allah’a ve peygamberine gönülden iman etmiş görme engelli birisinin, Allah ve
peygamberine karşı gelen zengin ve seçkin insandan daha değerli olduğu Abese
suresinin ilk 12 ayetinde anlatılır. Bu ayetlerde özelde görme engellilerin
genelde ise tüm engellilerin haklarına vurgu yapılarak onlara gerekli ilginin
gösterilmesi konusunda şöyle buyrulmaktadır;
“Kendisine o
âmâ geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü, yüzçevirdi. (Ey
Peygamberim!) Ne bilirsin belki o âmâ temizlenip arınacak yahut öğüt alacak da
bu öğüt kendisine fayda verecek, kendisini muhtaç hissetmeyene gelince sen ona
yöneliyor, onun sesine kulak veriyorsun, (istemiyorsa) onun temizlenmesinden
sana ne, ama sana Allah’a derin bir saygı ile korku içinde koşarak geleni
bırakıp ondan gaflet ediyorsun; hayır böyle yapma, çünkü bu (Kur'ân sureleri)
bir öğüttür, dileyen ondan öğüt alır” (Abese 80/1-12).
Peygamber Efendimiz (sav) bu olaydan
sonra Abdullah b. Ümmi Mektûm’a ikramda bulunur, onu gördüğünde “merhaba
hakkında Rabbimin bana sitem ettiği kişi” der ve ihtiyacını sorardı. Abdullah
b. Ümmi Mektum, Hz. Peygamberin eşi olan Hz. Hatice’nin dayısının oğludur.
Medine’ye ilk hicret eden muhacirlerdendir. Peygamberimiz (sav) çeşitli vesilelerle
Medine’den ayrılırken bu kişiyi on üç defa kendi yerine vekil bırakmıştır. Bu
sahabî aynı zamanda Hz. Peygamberin müezzinlikle görevlendirdiği kişilerden
biridir. Daha sonra Kadisiye savaşına katıldığı ve bu savaşta şehit olduğu da rivâyet
edilmiştir.
II.
Dilsizlik
Dilsizin Arap dilindeki karsılıgı “ahres” kelimesidir. Konusmasının akısında,
ritminde, tizliginde, vurgularında, ses birimlerinin çıkarılışında,
artikülasyonunda ( ifade kabiliyeti) bozukluk bulunanlara konuşma özürlü
denilmektedir.
Dünyaya gelen bir kişinin
konuşamaması Kur’ anda bukm kelimesi ile ifade edilmektedir.
Bedensel anlamda dilsizlik Kur’ an da tek bir ayette (
Nahl 16/76 ) şöyle geçmektedir: ”Allah
(şöyle) iki adamı da misal verdi: Onlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü
yetmez, efendisine sadece yüktür. Nereye gönderse olumlu bir sonuç alamaz. Bu, adaletle
emreden ve doğru yol üzere olan kimse ile eşit olur mu?” böylece Allah derdini
anlatma ve verimlilik konusunda dilsiz ve konuşabilen kişi arasında eşitlik
olamayacağını anlatmıştır.
Kur’ân’da dilsizlik (konuşma özrü) genel olarak hakkı ve
doğruyu konuşmayanlar için mecazen kullanılmıştır. Sadece bu âyette konuşma
yeteneğinin olmaması anlamında yani hakikî anlamıyla geçmektedir. Bu ayetle
birlikte dilsizlik 4 ayette geçer.
III.
Sağırlık
İnsanın sahip olduğu en önemli bilgi edinme vasıtalarından
olan işitme duyusundan Kur’an Allah’ın insana verdiği önemli bir nimet olarak
söz etmektedir. (Mü'minun Suresi, 23/78; Nahl Suresi, 16/78; En'am Suresi,
6/46; İnsan Suresi, 76/2)
Söz konusu ayetlerde Allah’ın insana verdiği bazı duyulardan
hep belli bir sıraya göre
söz edilmekte ve bu sıralamada işitme duyusu ilk sırada
yer almaktadır. Bu işitme
duyusunun önemine bir vurgu olarak düşünülebilirse de aynı
zamanda bilimsel bir
gerçeğe de işaret etmektedir. Zira günümüz embriyoloji
bilimi de embriyonun gelişim
sürecinde iç kulakların ilk halinin belirmesinden sonra
gözün oluşmaya başladığını
ifade etmektedir.
Kur'ân’da işitme engelliler ile ilgili âyetlerin sayısı,
görme engellilere göre daha
azdır. İşitme engelliliği ifade eden “esamm” kelimesi
genelde çoğul olmak (summ)
üzere Kuran’da isim olarak oniki ayette fiil olarak da iki
ayette yer almaktadır. Bu âyetlerden onüçü dünyada, biri de âhirette olmak
üzere işitme engelliliği ile ilgilidir. Dünyada işitme engelliliği ile ilgili
âyetlerin sadece biri fiziksel anlamda işitmemeği veya duymanın ağırlaşmasını
ifade ederken, diğer ayetler mecâzi anlamdadır
.
Kur’ anda hakki manada işitme engelinden bahseden, sağır
kelimesinin geçtiği ayet sayısı birdir. O da Hud 11/24’ de şöyle geçmektedir: “
Bu
iki zümrenin (inananlar ile ilâhî hitabı reddedenlerin) durumu (mesel) kör ve
sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir. Bunların hali hiç eşit olur mu?
Hâla ibret almıyor musunuz? ”
.
IV.
Akılsızlık ( Zihinsel Engel )
İnsanın sahip olduğu en değerli nimet, akıl ve
düşüncedir. Bu nimetin kaybedilmesi en büyük kayıp ve en büyük engelliliktir.
Bu nedenle böylesi önemli bir nimetin muhafazası insan hayatında mutlak
korunması gereken beş unsurdan biri olarak kabul edilmiştir. İnsanın aklına
isabet eden afetler bedenine isabet eden afetlerden çok daha ağır ve kalıcıdır.
Bu nedenle insan bedensel engelliliğinden dolayı bazı sorumluluklardan muaf
tutulmuşken ondan daha ağır bir engellilik olan aklî yetersizlikten dolayı
bütün dinî sorumluluklardan muaf tutulmuştur. Zira dine muhatap olmanın ilk
şartı akıl sahibi olmaktır. Nitekim peygamber şu sözleri ile bu durumu dile
getirmiştir: “Üç kimseden sorumluluk kaldırılmıştır: Buluğ çağına
erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan ve şifa buluncaya kadar akıl
hastasından.”.
Kur’ân’da zihinsel engellilik hem fiziksel ve hem de
mecâzî anlamda kullanılmaktadır. Bu kullanımlarda zihinsel engellilik “mecnûn”
ve “sefîh” kelimeleri ile ifade edilmiştir. Dinî ve dünyevî işlerde
akıl noksanlığından kaynaklanan görüş ve muhakeme zayıflığı anlamına gelen “sefih”
kelimesi daha ziyade çoğul formunda çeşitli türevleri ile on ayette on iki
defa yer almaktadır. Sefih kimse zihinsel engellilik nedeniyle aklın ve dinin
gereğinin aksine hareket eder. Başka bir ifade ile aşırı sevinç ve öfkeden
dolayı insanın zihninde, işinde ve davranışlarında meydana gelen hafifliktir.
Bu kişiyi akla ve dine aykırı işler yapmaya sürükler.
Zihinsel engelli kimse, özellikle ticârî ve medenî iş
ve işlemlerde yararına hareket edemeyeceği için velinin onu koruyup kollaması
emredilmektedir. Konu ile ilgili iki âyet vardır. Belli bir süreye kadar
borçlananların, borçlanmayı yazmalarıyla ilgili olarak;
“…Eğer
borçlu aklı ermeyen veya zayıf bir kimse ise ya da yazdıramıyorsa velisi
adaletle yazdırsın…” (Bakara 2/ 282) denilmektedir. Ayette geçen “süfehâ”
ifadesi malını israf ve telef edebilecek derecedeki aklî noksanlığa sahip
kimseyi anlatmaktadır .
“Allah’ın sizin için geçim kaynağı yaptığı
mallarınızı aklı ermeyenlere (süfehâ’) vermeyin…” (Nisa 4/5). Bu âyette
“aklı
ermeyenler-süfehâ” ile mallarını saçıp savuran,
gereği gibi
harcayamayan kimseler kastedilmiştir. Bunlar,rüştüne ermeyen ve muhakeme gücü
gelişmemiş olan çocuklar olabileceği gibi kısıtlı,
bunamış, depresyona
ve bunalıma girmiş, doğuştan veya sonradan aklî melekesini
yitirmiş
zihinsel engelli kimseler de olabilir. Ayet, malını akıllıca kullanamayan
zihinsel özürlüleri yerme bağlamında değil,akıllarının yetersizliği, yararlı ve
zararlı olanı ayırt edebilme yetersizliği, malını muhafazada zayıflığı sebebiyle
onları koruyup kollama bağlamında zikredilmiştir
.
V. Ortopedik
Engel
Ortopedik engel olarak Kur’ân’da a’rec kelimesi
geçmektedir. A’rec, topal demektir. Bu kelime Kur’ân-ı Kerim’e iki yerde
kullanılmıştır. Her iki yerde de fiziksel (hakikî) anlamda yer almıştır.
Kelimenin yer aldığı âyetler, yürüme engeli olan insanlara Allah yolunda savaşa
katılma konusunda bir izni bildirmektedir.
“ Topala güçlük yoktur ” ifadesinin yer aldığı
ayetler Nur 61 ve Fetih 17’ de yer almaktadır. Aynı ifadenin iki ayrı durumu
bildirdiği görülmektedir
.
“Görme
engelli olana güçlük yoktur, yürüme engelli olana güçlük yoktur, hastaya da
güçlük yoktur” (Nur, 24/61). Ayetin yeme içme konusunda toplumsal
bir düzenlemeyi içerdiğini ifade edenler olmuştur. Cahiliye döneminde Araplar
engellilerle yemek yemekten kaçınıyorlardı. Bunu görme engellinin yemek yerken
sofrayı görmediği için her yerden yemesini, yürüme engellinin sofraya otururken
yayılmasını, hastanın da hastalık durumuna göre kendilerine verdiklerini
düşündükleri rahatsızlıkları bahane ederek yapıyorlardı. Allah bu ayetle
cahiliyetin bu kötü âdetini kaldırmıştır.
Bazı yorumcularda engellilerin engelleri nedeniyle
diğer insanlarla yemek yemekten çekindikleri ayetin engellilerdeki bu anlayışı
düzeltmek için geldiğini belirtirler. Ayrıca ayetin cihat konusunda engellilere
izin içerdiğini ifade edenler de olmuştur (Kurtubî, 1952: XII, 313-314).
“Görme engelli olana güçlük yoktur, yürüme
engelli olana güçlük yoktur, hastaya da güçlük yoktur. Bununla beraber kim
Allah'a ve peygamberine itâat ederse, Allah onu, altından ırmaklar akan
cennetlere sokar. Kim de geri kalırsa, onu acı bir azaba uğratır..” (Fetih,
48/17)
.
VI. Hastalık
Kur’ân’da hastalık için kullanılan temel ve genel
kelime marad olmakla birlikte, isimleri anılan hastalıklar ve bedensel
bozukluklar için kullanılan başka kelimeler de vardır. Belli başlıları
şunlardır.
Marad, hastalık demektir.
Merîd ise
hasta anlamındadır ve çoğulu merdâ olarak kullanılır.
Ulu’d-darar,
topallık, körlük gibi engellilik ve hastalık demektir
.
Hz. İbrahim’in kendisiyle tartışan muhataplarıyla
konuşması meyanında zikredilen “Hastalandığımda
O bana şifa verir” mealindeki Şu’arâ suresinin 80. âyetinde ve
Eyyub peygamberin hastalığıyla ilgili duasını belirten âyetlerde hastalık; inanç
ve dua bağlamında zikredilmiştir.
"Eyyub’u
da hatırla. Hani o Rabbine, ’Şüphesiz ki ben derde (durr) uğradım, sen
merhametlilerin en merhametlisisin’ diye niyaz etmişti. Biz de Onun duasını
kabul
edip
kendisinde dert namına ne varsa gidermiştik…”
“Kulumuz
Eyyub’u da an. Hani o, Rabbine, ’Şeytan bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu’
diye seslenmişti. Biz ona ‘ayağını yere vur! İşte yıkanacak ve içecek soğuk bir
su’ dedik. Ona bizden bir rahmet ve sağduyu sahiplerine bir ibret olarak
ailesini ve onlarla beraber bir eşini armağan ettik. Dedik ki: eline bir demet
sap al, onunla vur da yeminini bozma. Gerçekten biz onu sabreden ( bir kul
)bulmuştuk. Ne güzel kuldu o, daima bize başvurdu.”
Hz. Eyyub da bu emre uyarak ayağını yere vurmuş ve
oradan çıkan sudan içerek ve yıkanarak hastalıklarından kurtulmuştur.
Âyetlerdeki durr ve azap kelimeleri keder ve hastalık ifade etmektedir
.
Uzun süren bir
hastalığa duçar olarak sınanan Hz. Eyyub’ un sabrı Kur’ an da övülmüştür.
2. Allah’ ın Adaleti Açısından Engelliliğe
Bakış
İnsan dünya hayatı boyunca çeşitli durumlarla
karşılaşır. Bunlardan bir kısmı kişiyi sevindiren, mutlu eden, onun kendini
mutlu hissetmesini sağlayan genel anlamda “iyi” denilebilecek türden iken bir
kısmı da kişiye üzüntü veren, acı veren, yaşama arzusunu azaltan, hatta
büsbütün yok eden genel anlamda “kötü” olarak adlandırılabilecek türdendir.
Kur’an literatürü içinde bu durumların “musibet” olarak adlandırılır ve
bunlardan bir kısmı insanın iradesi dışında gelişir.
“Yaşanılan veya karşılaşılan sıkıntılar, inanan
insanların bile aklına, zaman zaman ‘acaba Rabbim bu dayanılamaz belaya beni
neden düçar etti?’, ya da ‘Allah sevgili kullarına karşı işlenen bu zulme acaba
neden dur demiyor?’, gibi sorular getirebilmektedir. Böyle bir içsel soru, bir
Müslüman için olduğu kadar, teistik bir tanrı inancına sahip olan öteki
dinlerin mensupları içinde söz konusu olabilir. İnanan birçok kişi, aklına
gelen bu tür soruları,
kalıcı, kronik bir şüpheye yol açacak bir boyuta
ulaşmadan, kendi aklını ve vicdanını tatmin edecek bir şekilde çözebilir. Ancak
dinler tarihi ve felsefe tarihi göstermektedir ki bu herkes için böyle
olmamaktadır. Evrendeki acılar ve kederler karşısında, iyi bir tanrının var
olduğundan şüpheye düşen, hatta bu yüzden onun varlığını yadsıyan azımsanamayacak
sayıda insan vardır. Hatta evrendeki acı ve ıstıraplara dayalı kuşkular ve
düşünceler, bireysel
kuşku ve inkâr düzeyinde kalmamakta, mantıksal ve
felsefî açıdan son derece teknik formulasyonlar içinde, teizmi eleştirenlerin
ve bunların dışında pozitif ateist denilen kesimin Tanrının yokluğunu
kanıtlamak için tarih boyunca öne sürdükleri nerdeyse tartışmasız en önemli
kanıtı oluşturmaktadır. İlim, kudret, irade ve iyilik sahibi bir Tanrı’nın
yarattığı ve
idare ettiği, hem vahyî hem de rasyonel teoloji tarafından
savunulan bir evrende, kötülüğün yeri ve anlamının ne olduğu; ta baştan beri
inananları ve bütün ilâhiyat sistemlerini de, her türlü dinî inanca karşı
çıkanları ve büyük felsefe sistemlerini de meşgul etmiştir. Bu problem
özellikle ateistlerin, fikir planında en büyük dayanaklarından biri olmuştur”
.
Yaratmak Allah’a mahsus bir fiildir.”Dikkat edin, yaratmak da emretmek de yalnız
O’na mahsustur. Alemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı yücedir” (
Araf 54 )Dilediğini yaratan o dur. “Rabbin dilediğini yaratır ve seçer. Onların ise seçim hakkı yoktur.
Allah onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir.” ( Kassas
68 )
Allah insanı en güzel şekilde yaratmıştır. “Biz gerçekten insanı en güzel bir biçimde
yarattık” ( Tin 95/ 4 ) İnsanları ana rahimlerinde şekillendiren de o
dur. “O sizi rahimlerde
dilediği gibi şekillendirendir. Ondan başka ilah yoktur. O mutlak güç sahibidir,
hüküm ve hikmet sahibidir” ( Ali İmran )
Şüphesiz külli iradenin sahibi Allah’tır. “O her şeyin yaratıcısıdır.” ( Enam
6/12)
“Dilediğini
yaratır, Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.”( Maide 5/17 ) “Bir şeyi dilediği zaman onun emri o şeye
ancak “ol!” demektir. O da hemen oluverir.” ( Yasin 36/82 )
Yaratan, rızıklandıran, öldüren ve sonra tekrar
diriltecek olan O’dur. ( Rum 30/49 ) Mülk
Onundur ( Fetih 48/14 ), dilediğine mülkü verir ve
dilediğinden alır. Dilediğini aziz kılar dilediğini
zelil kılar, hayır onun elindedir. ( Ali İmran 3/26 )Güldüren
de ağlatan da O'dur. ( Necm 53/43-44
O’nun izni olmadan hiçbir şey meydana gelmez. O dilemedikçe
kimse bir başka kimseye, hatta kendine bile ne fayda nede zarar verebilir. (
Yunus 10/49 ) Hayatımız ve ölümümüz de ancak onun dilemesiyledir.
“Hiç kimse
Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır.”
( Ali İmran 3/145 ) Ölüm ne ileri alınır ne de geri bırakılır. ( Araf 7/43 )
Bütün bu âyetler her şeyin ancak Allah’ın dilemesiyle
ortaya çıkabileceğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Allah dilemezse
hiçbir şey kendiliğinden olamaz.
Ölümler, sakatlıklar, kazalar, güzellikler,
kötülükler, iyilikler ancak Allah dilerse meydana gelebilir.
Elbette mutlak irade sahibi olan Allah dilediğini
yaratır. Yaptığından sorumlu tutulacak da değildir. ( Enbiya 21/23 )
Allah’ın dilediği her şeyi yaratabilmesi ve yaptığı
şeylerden sorumlu tutulmaması Onun yaratırken bir hikmet ve ahenk gözetmediği
gibi bir anlam taşımaz.
O aynı zamanda her şeyi en güzel yaratan, her işinde
hikmet olandır. sebepsiz, hikmetsiz ve gelişi güzel hiçbir şey yaratmaz.
Kâinatta Allah’ın yarattığı bir ahenk ve düzen vardır. ( Mülk 67/3 )
Bütün olaylar o düzen içerisinde meydana gelir. Bu
ahenk sünnetullahtır. Bu ilahi disiplinde bir değişim de olmamaktadır.
Sünnetullah, Allah’ın âdet olarak var ettiği şeydir. Allah her şeyi bir düzen, uyum ve ölçü ile
yaratmıştır.
Allah Teâlâ, kulları için kötü olanı değil iyi
olanı1, zararlı olanı değil faydalı olanı, zorluğu değil kolaylığı diler. Allah
kullarına asla haksızlık ve zulmetmez. İyi iş yapan kendi lehine, kötü iş yapan
ise kendi aleyhine davranmış olur.
Allah, kullarına akıl ve irade vermiş, bununla da
yetinmeyerek doğru ve yanlışları fiilen kendilerine gösterip rehberlik edecek
peygamberler ve kitaplar göndermiştir.
Kullar kendi iradesiyle neyi murat ederse ve
sebeplerine sarılırsa Allah o fiili yaratmaktadır. Burada kul açısından esas
olan kendi niyeti, azmi ve iradesiyle ortaya koyduğu tavrıdır. O fiili yaratan
ise Allah’tır. Kur’ân’a göre insanları imtihan için Allah çeşitli hastalık ve
musibetler
verebilir:
Allah, insanları kendisine kulluk etsinler diye
yaratmıştır.( Zariyat 51/56 ). Boşuna yaratmamış ( Müminun 23/115 ) ve başıboş
olarak da bırakmamıştır. ( Kıyame 75/36 )
Sayamayacağı kadar bol nimetleri insanın emrine
vermiştir, ancak bu nimetlerle ve musibetlerle insanları çeşitli şekillerde
imtihana tabi tutmaktadır. Onların sabırlarını ve şükre dip etmemelerini
sınamaktadır. Çünkü dünya hayatı imtihan sürecidir.
”Andolsun ki
sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek
deneriz. Sabredenleri müjdele.” ( Bakara 2/155 )
Allah, hayatı, hayatta insana verdiği her şeyi ve
ölümü da imtihan için yaratmıştır.
”O hanginiz
daha güzel amel yapacağınızı sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak
güç sahibidir, çok bağışlayandır.” ( Mülk 67/2 )
İnsanların başına gelen bütün işler, musibetler,
kazalar, belalar, maddi manevi sıkıntı veren şeyler ve olaylar ancak Allah’ın
dilemesiyle olur. O dilemeden hiçbir musibet kendiliğinden meydana gelmez.
“Allah’ın
izni olmaksızın hiçbir musibet başa gelmez” ( Tağabun 64/11 )
Bu musibetler bazen kulun kendi hatalarından
kaynaklanır, bazen ise Allah, musibetleri kullarına imtihan için verir. Ancak
her halükarda bu olaylar sünnetullah içinde, yani sebep-sonuç ilişkisi
içerisinde cereyan eder. Bu musibetler karşısında Allah, kullarından
sabretmelerini istemektedir.
Musibetlere maruz kalan müminlerin olması gereken
tavrını Kur’ân şöyle beyan ediyor. “Onlar
başlarına bir musibet gelince, “Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz” derler.
İşte Rableri katında rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.” (
Bakara 2/156-157 )
Bazı musibetlerin tek çaresi sabır olabilir.
Sabretmek kurtuluş yolu ve çare aramamak demek değildir. Sabretmek, isyan ve
feveran etmemek, olayları metanetle karşılamak demektir. Hayat, imtihan süreci
olduğuna göre orada nimetlerle beraber sıkıntı ve musibetlerin de olması
tabiidir. Kuldan istenen iki durumda da kulluğunu göstermesi; sabretmesi ve
şükretmesidir. Nimetlere hoş bakıp, musibet durumunda kulluk çizgisinden
ayrılmak yanlıştır.
“İnsanlardan
öylesi de vardır ki, Allah’a kıyıdan kenarından kulluk eder. Eğer kendisine bir
hayır dokunursa gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir kötülük gelirse gerisin
geri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir ahireti de. İşte bu apaçık ziyanın
ta kendisidir.” ( Hac 22/11 )
Bununla beraber musibetlerden kurtuluş için her türlü
çare aranmalıdır. Ayrıca malımıza ve canımıza gelebilecek bütün tehlike ve
musibetlerle karşılaşmadan önce gerekli tedbirleri almak, yapılan işleri
düzgün, sağlam ve olması gerektiği gibi gerçekleştirmek de kul olarak
sorumluluklarımız arasındadır.
Ayrıca insanların başına gelen musibetlerin ilahi
takdir neticesinde olduğu gerçeği unutulmamalıdır.”Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız
hiçbir musibet yoktur ki, biz
onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuzda) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.”
( Hadid 57/22 )
Bu âyet-i kerimede ilahi takdirin kudretinden
bahsedilmiştir.
Zira her şeyi hakkıyla bilen ve her işinde hikmet
sahibi olan Allah’ın kulu için takdir ettiği musibetlerde insan için hayır
olabileceği inancı da bu musibetlere karşı sabretme açısından önemli bir güç
kanyağıdır. Çünkü bizim bilmediğimiz şeyleri Allah hakkıyla bilmektedir.
Üstelik o kullarına asla zulmetmez.
Olup biten her şey Allah’ın dilemesiyle olduğuna ve
olan şeyde hayır olabileceğine inanan kişinin, musibetler karşısında sabretmesi
ve metanetini koruması kolaydır. Bu inanç ona büyük bir teslimiyet ve sabır
gücü kazandırır. Allah Teâlâ da kullarından bunu istemektedir. Sabredenlere
dünyada ve ahiret hayatında çeşitli mükâfatlar vaat edilmiştir.
3. Engelliliğin Nedenleri
Kur’an, ister
doğuştan isterse sonradan kazanılmış olsun insanların görme, işitme, duyma,
konuşma, düşünme ve anlama gibi zihinsel veya bedensel engelli olmalarında temel
iki faktörün olduğunu ortaya koymaktadır. Bunlar, insanların hataları ve insan
iradesi dışında gelişen faktörler yani yaşananların imtihan oluşu olarak ifade
edilebilir.
I. İnsanların
Hataları
Kur’an’da insanın
başına gelen durumları ifade etmek için tercih edilen kelime “musibet”
kelimesidir. Musibet, insana ‘isabet
eden’, ölüm, hastalık, sakatlanma, doğal afetler, kazanç kaybı vb. şeylerdir.
Bunlar arasında, ‘ölüm’, musibet teriminin en çok kullanıldığı durum olarak
bilinmektedir. “Yeryüzünde ve
nefislerinizde meydana gelen hiçbir musibet yoktur ki Biz onu yaratmadan evvel o Kitap’ta bulunmasın.
Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır. Ki kaybettiğinize üzülmeyesiniz ve verdikleriyle de şımarmayasınız. Allah
kendini beğenip
böbürlenen hiç kimseyi sevmez” (Hadid
57/22-23).
“ Başınıza gelen
her musibet kendi ellerinizin kazandığı yüzündendir. ” ( Şura, 30 )
Musibetle ilgili diğer ayetlerde şu
şekildedir:
“(Düşmanlarınızı) iki misli musibete
uğrattıktan sonra şimdi aynı musibet sizin başınıza geldi diye, kendi kendinize
“Bu nasıl oldu?” diye soruyorsunuz, öyle mi? De ki: “O, sizin kendi
eserinizdir” (Ali İmran 3/165).
“Fakat bu dünyada yaptıkları yüzünden
başlarına felaket geldiğinde ne olacak (onların hali); o zaman sana gelip
Allah'a yeminle, “Bizim niyetimiz, iyilik yapmak ve uyum sağlamaktan başka bir
şey değildi (diyecekler)?” (Nisa 4/62).
“Aranızda mutlaka geride kalanlar olacak ve
o zaman, başınıza bir felaket geldiğinde, “Onlarla bulunmamamız Allah'ın bize
bir lütfudur!” diyecekler. Ama Allah'tan size bir zafer ihsan edildiğinde, bu
kimseler, kuşkusuz -sizinle kendileri arasında bir sevgi/bağlılık sorunu
olmamış gibi- “Keşke onlarla olsaydık da o büyük başarıdan (bir pay)
kapsaydık!” diyeceklerdir” (Nisa 4/72).
“Ve kendi elleriyle yapıp-ettiklerinden
ötürü başlarına bir musibet geldiği zaman:
“Ey Rabbimiz, bize bir elçi göndermiş
olsaydın senin mesajlarına uyar ve inanan kimselerden olurduk!” demesinler diye
(gönderdik)” (Kasas 28/47).
Başınıza gelecek her felaket kendi
ellerinizle yapıp-ettiklerinizin bir ürünü olacaktır; bununla beraber Allah çok
bağışlayıcıdır; ve siz O'nu yeryüzünde bertaraf edemezsiniz, (öteki dünyada da)
sizi Allah(ın cezasın)dan koruyacak ve size yardım edecek kimse bulamazsınız” (Şura
42/30).
Ayrıca şu
ayetlerde de insanoğlunun yapıp-ettikleri yüzünden başına musibet gelebileceği
açıkça ifade edilmektedir;
“Öyle ki, işledikleri kötülükler kendi
başlarına yıkılmış, alay edip durdukları şey onları çepeçevre kuşatmıştı” (Nahl
16/34).
“Çünkü işledikleri her kötülük, onlara
(geri) döner. Ve bugün zulmeden insanlar[ın başlarına da aynı şey gelecektir]:
işledikleri her kötü fiil (tekrar) kendilerine dönecek ve onlar (Allah'ı) asla
aldatamayacaklardır!” (Zümer 39/51).
“…Fakat, o hakkı inkara şartlanmış olanlara
gelince, işledikleri kötülüklerden ötürü, böylelerinin başlarına her an
beklenmedik bir felaket çullanmaktan ya da yurtlarının yanına-yakınına inmekten
geri kalmaz, tâ ki Allah'ın verdiği söz yerine gelinceye kadar; gerçek şu ki,
Allah verdiği sözü yerine getirmekten asla geri durmaz!” (Ra’d 13/31).
“Size gelen her iyilik Allah'tandır;
başınıza gelen her kötülük de kendinizden” (Nisa 4/79).
“Kendi eliyle yaptıklarının sonucu olarak
başına bir bela gelirse, o zaman, şükürden ne kadar uzak olduğunu gösterir” (Şura
42/48).
“(Her zaman olduğu gibi,) insanlara
rahmetimizi tattırdığımız zaman buna sevinirler; fakat kendi yapıp-ettikleri
sonucunda başlarına bir bela gelince de bütün ümitlerini yitirirler!” (Rum
30/36).
“Her kim kötü bir iş yaparsa onunla
cezalanır” (Nisa 4/123). Ceza gelince:
“bu nereden?” dediniz. De ki: “o, kendi tarafınızdandır. Çünkü Allah her şeye
kadirdir” (Ali İmran
3/165). Aynı anlam diğer ayetlerde de: “kendi
yaptıkları yüzünden başlarına
bir bela geldiği zaman” ve “ellerinin
sunduğu günahlar yüzünden” şeklinde
geçmektedir. İfadeler açık bir şekilde insanın irade alanına giren konulara
işaret etmektedir. Burada üzerinde durulması gereken husus, bu tür musibetin
mümin-kâfir ayrımı yapılmadan, herkesin başına gelebileceği noktasıdır. Zira
açıktır ki, insana, yapmış olduğu bir takım hatalardan dolayı, musibet isabet
edebilir ve bu, onun yaptıklarına karşılık olmaktadır.
Musibetin bu
türü, insanın sorumluluk alanına girer ve bu konuda önceden alınacak tedbirler,
musibeti önleyici olabilir. Nitekim Ali İmran suresinin 165. ayetinde, müminlerin
savaş sırasında yapmış oldukları hatanın karşılığı olarak başlarına isabet eden
musibetten bahsedilmektedir. Bu hatayı müminler, yapmayabilirlerdi. Bu, imkân dâhilindeydi,
ancak hata işlendikten sonra, başlarına musibet geldi ve ardından savaştan mağlup
ayrıldılar. Yine insanoğlu, kıtlık anlarında kullanılmak üzere önceden tedbir almakla,
sel veya deprem gibi afetler olmadan önce gerekli önlemleri almakla, musibetlerin
belirli zararlarından korunabilirler. Bu gibi, insanın irade alanına giren konularda
gösterilen ihmal ve umursamazlık sonucu uğranan zarar dolayısıyla sorumluluk
Allah’ın üzerine atılamaz. Zira açıktır ki, her konuda olduğu gibi, bu konuda
da, insan, gücü dâhilinde olan şeylerden sorumludur. “Önce deveyi kazığa bağla, sonra Allah’a tevekkül et” hadisi de bu hususu gayet açık bir şekilde
ifade etmektedir.
Engellilik,
tıbbî açıdan doğuştan ve kazanılmış olmak üzere iki ana grupta toplanabilir.
Doğuştan olan engellilikte doğum öncesi, doğum sırası ve anne ile ilgili faktörler
çok belirleyicidir. Akraba evlilikleri, kalıtım, toplumda yaygın sağlık
hizmetlerinin olmaması ya da bu hizmetlerin bölgeler arası eşit olmayan şekilde
dağılmış olması, kadın eğitiminin çok düşük olması, anne olma yaşının
küçüklüğü, doğum öncesinde annenin sağlık kontrollerinin olmayışı, çok çocuk
dünyaya getirme, doğumun sağlık personeli gözetimi altında yapılmaması, doğum
sırasında çocuk ve annenin bazı risklerle karşı karşıya kalması, bulaşıcı
hastalıklar, çeşitli çocuk hastalıkları, ateşlenme ve benzerleri doğum öncesi
ve doğum sırasında engelliliğe yol
açan faktörler
olarak sayılırlar.
Doğumdan sonra
kazanılmış engelliliğe yol açan faktörler olarak ise kazalar, hastalıklar ve
doğal afetler sayılabilir
.
II. İmtihan
Kur’ an’ a göre insanın yaratılması ve yaşatılması, yani dünya hayatı bir
imtihandır. İnsanların refah ve sıkıntı durumunda bırakıldığı zamanlarda yapıp
ettikleri ölçü alınır.
“ O hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek için ölümü ve hayatı
yarattı. ” ( Mülk, 67/2 ) yani bu imtihanda sağlıklı veya engelli oluşumuz fark
etmemektedir, sonuçta herkes bir türlü denenmektedir.
İnsanı Allah katında değersiz kılan unsur insanın manevi değerlerinin
yoksunluğudur, engeli değil. Hucurat suresinin 13. ayetinde de
“ Allah katında en üstün olanınız Allah’ tan
en çok korkanızdır.
“
denilerek bu gerçek ortaya koyulmuştur. Buradaki korkma da Allah’ ın
söylediklerini yerine getirmek, güzel ahlaklı olmaktır.
Kısaca diyebiliriz ki, İslam’a göre insan değerli bir varlık
olup, bu değerini fiziki yapısından almayıp manevi yapısından almaktadır. İslâm
toplumlarında hasta veya sakat durumunda olanlara şefkat ve merhametle
yaklaşılmış, batı toplumlarında olduğu gibi kesinlikle dışlanmamış, kendilerine
gereken yardım gösterilmiştir. Çünkü inanan kişi, yaşadığı dünyanın bir imtihan
yeri olduğunun, herkesin başına her an olumsuz şeyler gelebileceğinin
bilincindedir. Neticede
İslâm anlayışına göre her şey, insan merkezli düşünülmekte ve ele alınmaktadır.
Evreni değerli kılan insandır. İnsanı insan yapan, insanı üstün kılan, yücelten
hususlar da evrensel içerikli manevi değerlerdir. Bu değerlere sahip olmayan
bir kişinin Allah katında bir değeri ve kıymetinden bahsedilemez. Dolayısıyla
bu evrensel değerlere sahip olan engelli bir insan, bu değerlere sahip olmayan
engelsiz bir insandan daha üstün ve daha faziletlidir.
İKİNCİ BÖLÜM
SORUMLULUKLAR VE
TANINAN KOLAYLIKLAR BAKIMINDAN KURAN’ IN ENGELLİLERE BAKIŞI
1. Dini Sorumluluklar Bakımından
İslam’da hak ve sorumluluklar insanın gücü ile
sınırlı ve orantılıdır. Engelli olmanın insana getirdiği güç kaybı kişinin
yükümlülüklerinde dikkate alınarak durumuna göre kolaylık ve ruhsat yoluna
gidilmiştir.
İnsanı insan yapan aklıdır. Bunun için İslam’ın
emirleri ve yasaklarıyla korumayı hedeflediği beş şey (akıl, mal, can, din ve
nesil) içinde akıl en başta gelir. Zira aklı olmayanın diğer değerleri
kıymetlendirme veya istifade etme imkânı kalmayacaktır.
İslam’da insanın söz ve davranışlarından sorumlu
tutulabilmesi için akıllı ve ergen olması gerekir. Akıldan tam olarak yoksun
bulunan veya olayları ayırt edemeyecek kadar akıl hastalığı bulunan kişiler ve
ergenlik çağına ulaşmamış kişiler ibadetlerle sorumlu değillerdir
.
“
Allah bir
kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle mükellef kılar,
” Sonuç olarak zihinsel engellilerin iman bakımından ve diğer sorumluluklar
bakımından muaftır fakat diğer
engelliler muaf değildir sadece sorumluluklarında kolaylıklar sağlanmıştır.
2. Tanınan
Kolaylıklar Bakımından
Allah insanları
güçlerinin yettiği şeylerden sorumlu tutar. Zira Allah dininin
uygulanırlığını
murat etmiştir. Bu ise ancak insanların güç yetirmelerine paralel olarak
gerçekleşebilir.
“O dinde size zorluk kılmadı”
“
Eğer hasta olur, ya da yolculukta
bulunursanız…su bulamazsanız o zaman emiz bir toprağa yönelip, yüzlerinizi ve
ellerinizi meshedin..
”
Bu âyet ise hastalara ve
abdest alamayacak kişilere abdest alma konusunda kolaylık içermektedir
.
Hz. Peygamber (s.a); “Hasta namaza
ayakta baslar, şayet gücü yetmiyorsa oturarak kılar, buna da gücü yetmiyorsa
kafasıyla îma ederek kılar” buyurmuştur. Namazda sakatların ayakta durmaya
güçleri yoksa oturarak namaz kılması ve ruku’u ve secdeyi oturduğu yerden yapması
caizdir. Buna gücü yetmediği takdirde secdede ruku’dan biraz daha fazla eğilmek
suretiyle rukûnları yerine getirir. Ayakta durabildiği halde ruku’a ve secdeye
varamayan kimse namazını ayakta kılar, ruku’
ve secde için basıyla eğilir. Secde
için eğilme ruku’dan biraz daha fazla olmalıdır.
Müzzemmil suresi
20. âyetinde yer alan “Allah içinizde
hastaların bulunacağını, bir kısmınızın Allah’ın lütfundan rızık aramak üzere
yer yüzünde dolaşacağını, bir diğer kısmınızın ise Allah yolunda çarpışacağını
bilmektedir. O halde Kur’ân’dan kolayınıza geleni okuyun.” beyanıyla
hasta olmalarından dolayı gece namazının
Allah tarafından hafifletildiği bildirilmektedir.
”Köre güçlük yoktur”
âyetinde körlük fiziksel
anlamda kullanılmıştır. Fetih suresinin 17.âyetinde görme özürlü olanların
savaşa katılma zorunluluklarının olmadığı belirtilmiştir.
Nur suresinin
61. âyetinde ise savaşa katılamayan körlerin savaşa giderken evlerinin anahtarlarını
kendilerine teslim eden kişilerin evlerini korumak amacıyla bulunurken oralarda
yemek yemelerinin kendileri açısından bir sakıncasının olmadığı ifade edilmiştir.
“A’ma’ya güçlük yoktur. Topala güçlük
yoktur, hastaya güçlük yoktur”
Daha sonra inen
âyetler de zayıf, hasta ve savaş için maddi imkân bulamayanları, yani mazereti
olanları savaşa katılma sorumluluğu dışında tutmuştur.
“Allah’a ve Resulüne karşı sadık ve samimi oldukları takdirde,
güçsüzlere, hastalara ve (seferde)
harcayacak bir şey bulamayanlara (sefere katılmadıkları için) bir günah yoktur. İyilikte bulunanların (kınanması)
için de bir sebep yoktur. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
Âyetlerden
anlaşıldığı üzere, özürleri nedeniyle savaşa katılamayanlara, samimi davrandıkları
sürece bir sorumluluk yoktur. Hatta samimiyetleri ve iyi niyetleri sayesinde
savaşa katılanlar gibi sevap kazanabilirler.
Nisa suresi 102. ayette “ Hasta olursanız
silahınızı bırakmada size günah yoktur. ” denmek suretiyle tanınan kolaylık
bildirilmiştir. Fetih suresinin 17. ayeti ve Tevbe suresinin 91. ayetinde de
hasta kişilerin savaşa katılamamaları mazur görülmektedir
.
“Allah sizin için kolaylık ister zorluk
istemez”
Bu âyetler
İslam’ın bu konudaki temel prensibini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Görme yetisi olanla olmayanın güç yetirme durumları da eşit olmadığı için
sorumluluklarında da a’mâ’nın lehine farklılıklar olacaktır. Görme özürlüler de
diğer özürlüler gibi dinî konularda güçlerinin yettiği şeylerden ve güçlerinin
yettiği oranda sorumludurlar. İlahî adalete uygun olan da budur.
“Görme engelli için bir güçlük yoktur;
yürüme engelli için bir güçlük yoktur; hastaya da bir güçlük yoktur. Sizin için
de gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin
evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden,
amcalarınızın evlerinden halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden,
teyzelerinizin evlerinden veya anahtarlarına malik olduğunuz yerlerden yahut
dostlarınızın evlerinden yemenizde bir sakınca yoktur. Toplu halde veya ayrı
ayrı yemenizde de bir güçlük ve günah yoktur. Evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından
mübarek ve güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize selam verin. İşte Allah düşünüp
anlayasınız diye size ayetlerini böyle açıklar” (Nur, 24/61).
“Görme engelli olana güçlük yoktur, yürüme
engelli olana güçlük yoktur, hastaya da güçlük yoktur. Bununla beraber kim
Allah'a ve peygamberine itâat ederse, Allah onu, altından ırmaklar akan
cennetlere sokar. Kim de geri kalırsa, onu acı bir azaba uğratır” (Fetih
48/17).
“
Yolculuğa
gücü yetenlerin haccetmesi Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır.
”
Âyette geçen “
güç yetirme” mâlî
ve bedenî olarak güç yetirmeyi ve
yol emniyetini kapsamaktadır. Mâlî olarak güç
yetirme; kişinin temel ihtiyaçlarının dışında, hacca gidip
dönünceye kadar kendisinin ve
bakmakla
yükümlü olduğu kişilerin geçimlerini sağlayacak varlığa sahip olmak
demektir.
Bedensel olarak
güç yetirmek ise; hac yapmasına engel olabilecek zihinsel ve bedensel bir
engelinin olmaması demektir. Bundan dolayı akıl hastası, hac yolculuğuna dayanamayacak
durumda hasta, yatalak, kötürüm, felçli ve görme engelli kimselere hac farz
değildir
.
Oruç akıllı,
ergenlik çağına gelmiş ve sağlıklı, hayız ve nifas ( loğusa ) halinde olmayan, seferi
durumunda bulunmayan Müslüman kişilerin yükümlü olduğu bir ibadettir. Hastalara,
delilere, çocuklara, ayrıca oruca dayanamayacak derecede yaşlı olanlara Ramazan
ayında oruç tutmak farz değildir.
Hasta ve oruca
güç yetiremeyecek kişilerin oruç sorumlulukları ile ilgili olarak Kur’ân şöyle
diyor:
“
Oruç sayılı günlerdir. Sizden kim hasta, ya
da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca
gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte kim daha
fazla verirse o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız
sizin için daha hayırlıdır.”
“Kim hasta veya yolcu
olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah size kolaylık
diler zorluk dilemez.”
işitme engelli,
görme engelli, konuşma engelli veya ortopedik engelli olup da sağlık yönünden
oruç tutmasına mani bir durum bulunmayan kişilerin Ramazan orucunu tutmaları
gerekir.
SONUÇ
Nasıl ki beş parmağın beşi bir değildir, Allah’ da
bizleri farklı yaratmıştır. Eğer Allah dileseydi herkesi sağlıklı yada imanlı
yaratırdı. İşte bu yüzden “ Niye ben? ” sorusunu sormamalıyız. Bu soru bizi
isyankar kılmaktan, moralimizi bozmaktan ve günaha sokmaktan başka hiçbir işe
yaramaz. Ayrıca hem bu dünyamız zehir olur, hem de öbür dünya için Allah’ ın
rızasını kazanamayız.
Engelli kişilere
düşen engellerini kabullenip, hayatın imtihan olduğunu unutmadan, Allah’ ında
rıza gösterdiği şekilde mücadele etmektir.
“O, hanginizin daha güzel iş
yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı” (Mülk 67/2), ayetinde
belirtildiği gibi hayatın ve çekilen zorlukların deneme olduğu unutulmamalıdır.
Gerçekte de Hikmetten sual olunmaz. Burası imtihan dünyası olduğu için
çekilenlerin ne anlama geldiğini bilemeyiz. Bize hayır gelen bir olayda şer,
şer gibi gelen bir olayda hayır vardır. Buradaki ince çizgi yani her şeyin
kader olmadığını da aklın devreye girmesiyle söyleyebiliriz. Fakat aklın
devreye sokulmadığı engelli olarak doğma durumu ve çekilen hastalıklar
kaderdir.
Daha sonrası ise sefih
olanların dışında kişilerin kendi akıllarının devreye girdiği bir imtihandır.
Ayrıca insanların başına gelen musibetlerin ilahi takdir neticesinde olduğu
gerçeği unutulmamalıdır
.”Yeryüzünde ve
kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuzda)
yazılmış olmasın. Şüphesiz bu,
Allah’a göre kolaydır.”
Sağlıklı kişilerde Allah’ ın rızasını
kazanmak ve engelli kişilerin hayatlarında onlara köstek değil destek olmak
için ellerinden geleni yapmalıdırlar. Aileler engelli bir çocuğa sahip olduğunu
kabullenmeli, onları yük olarak görmemeli, onlara karşı gerekli ilgi ve sevgiyi
göstermelidirler. Bunun yanı sıra toplumda engelli kişilere karşı incitici
davranışlar sergilenmemelidir, onlara yardımcı olmalı, dertleriyle
dertlenilmeli, topluma katılımları sağlanmalıdır. Engelli kişilerde eşitlik
ilkesinden yararlanarak eğitim almalı ve aldıkları eğitim sonucunda istihdam
edilmelidirler. Engelliler de başlarına gelenlere karşı sabretmeli, ümitsizliğe
kapılmamalı, gerekli bütün tedavileri olmalı ve her zaman dua etmelidirler. Ayrıca
Allah’ ın kendisine devamlı dua edilmesini sevdiği de unutmamalıdır.