5 Ekim 2021 Salı

ENGELLİLİK VE HAYATA ERİŞİM

Prof. Dr. Ahmet Ulvi Türkbağ / Av. Arzu Besiri 

Engellilerin Erişimi ve İnsan Hakları 

Kişileri hayata dahil etmek, dışlamanın ya da ötekileştirmenin aksi olarak, insan haklarının merkezine yerileştirilmesi gereken bir konudur. Aslında bilinçli ya da bilinçsiz olarak insan haklarının sürekli ve düzenli biçimde bu alanda çiğnendiği söylenebilir. Dikkati çeken ihlaller örneğin uluslararası alanda görülenler, daha çok müdahale ihtimali taşırken, diğerleri anlaşılmadığı, önemli görülmediği hatta hiç görülmediği için bu şansa da sahip olamamaktadırlar. Engellilerin hayata erişimi ya da katılımı bu görülmeyen kısmın, sosyolojik araştırmalardaki ifadeyle siyah sayılar ya da karanlık alanın (black numbers) merkezinde yer almaktadır. Sosyal hayat oluşturulurken içkin bir kabul olarak yalnızca vücut fonksiyonları tam bireyler göz önüne alınmakta böylece, kimse herhangi bir vicdan azabı duymadan insan hakları çiğnenebilmektedir. Tam da bu noktada konunun netleşmesi için canlı bir örnek vermek yeterli olacaktır. Son referandum sırasında oy verme işleminin yapılacağı okul binalarında, İstanbul’un merkezinde(!) engellilerin düşünüldüğünü söylemenin olanağı yoktur. Bunlar merkezlerin çoğunda en azından eğik düzlem biçiminde bir giriş bile bulunmamaktadır. Ancak engelliler de en az diğerleri kadar vatandaştır ve vatandaşlık görevini yerine getirmek istemektedirler. Böyle bir durumda bir engellinin yapabileceği ya oy vermeye gitmemek, vatandaşlık hak ve görevinden kaçınmak ya da giderek kendi engelinden değil de sosyal hayatı düzenleyenlerin eksikliğinden kaynaklanan, insanlara verdiği zahmet dolayısıyla en azından sıkılmış bakışlarına tahammül etmek. Sosyal hayata erişimin bir insanın hakları içinde gerçekten merkezi bir konumu olduğunun anlaşılması, bu noktanın bilincine varılması çok önemlidir. İnsan kişisel gelişimini ve diğer hak ve özgürlüklerini örneğin eğitim, ifa- 4 Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi - 2009/2

 Türkbağ/Besiri de, çalışma, seyahat vb. ancak bu erişim sayesinde tamamlayabilir ya da kullanabilir. Aksi durumda kişiler sosyal hayata katılamadığı, yeterince katılamadığı için tüm bunlara ulaşımı zorlaşmakta neredeyse olanaksızlaşmaktadır. Anlaşılması gereken anahtar nokta engellilerin ya da başka bir grubun sosyal hayata erişimini negatif ya da pozitif (yani hayatı onlara göre düzenlememek ya da özellikle onları hayatın dışında tutacak şekilde düzenlemek) bir tutumla engellemenin, bir hapishanede mahkumlara sistematik işkence yapılması ya da sivillere ateş açılması gibi bir insan hakları ihlali olduğunun bilincine varılmasıdır. Yukarıdaki ifade bir abartı olarak görülebilir. Ancak bununla anlatılmak istenen insan haklarının yalnızca sınır durumlardaki ihlallerini dikkate almanın yeterli olmadığıdır. Bu ihlaller tabii ki çok önemli bir o ölçüde de trajiktir. Ancak engelli olarak hayatınızın tümü bir ihlaller zincirinin bir parçası ise bu da küçümsenecek bir durum olarak asla görülmemelidir. Engellilerin insan haklarının ne derece görünmez, fark edilmez biçimde çiğnendiği vurgusunun hemen ardından, genel olarak insan haklarının neden böyle açıklıkla ve sıklıkla çiğnendiği sorulabilir. Bu soruya pek çok cevap verilebilir. Ancak hiç kuşkusuz bu ihlallerin ardındaki en temel nedenlerden biri insan haklarına saygı bilincinin eksikliğidir. Akıl yürütme biçimi gereği bu eksikliğin nedeni de sorulmalıdır. Çiğneyenler de dahil olmak üzere herkesin hayatının, daha iyi, daha insanca bir hayatın garantisi ve asli şartları olarak insan hakları na saygı bilinci neden eksiktir? İşte bu sorunun cevabı da genel olarak tüm bilinçlerin aslında birer kazanım oldukları doğal eğilimlerin bu konuda yeterli olmadığıdır. Bilinçlendirme ise yalnızca eğitim ve öğretimin değil genel olarak sosyalleşme dediğimiz bütün bir sürecin sonucudur. Toplumun içene doğmuş, felsefi bir ifadeyle dünyaya atılmış varlıklar olarak insan bireylerinin, doğal belirlenimlerinin çok üstünde ve ötesinde, hatta temel hayat işlevleri açısından dahi toplumsal biçimlendirmeye tabi oldukları açık bir realitedir. İşte bu biçimlendirme sonucu olarak her yönüyle ‘kişilik’ ortaya çıkar. Bu doğal eğilimler, genetik belirlemelerin ötesinde sosyal bir varlık olarak insan bireyidir ve bu bireyin cinsiyeti dahil tamamı sosyal olarak oluşturulmuştur. Bu varlığın insan haklarına saygı duyması, genel bilincinin bir parçası olarak insan hakları bilincine sahip olmasına bağlıdır. ‘Hak’ bilinci ve hakkın yalnızca kendisinin olmadığı, türdeşleriyle paylaştığı bir nitelik olduğunu kavranması, özellikle hak konusunun açıkça ortaya ko- Engellilik ve Hayata Erişim 5 nulup tüm nedenleri ve gerekçeleriyle birlikte anlatılmasına bağlıdır. Yalnızca metinlerde değil(!) bizatihi sosyal hayatta görüp tecrübe edildiğinde ancak bilinç edinme söz konusu olabilmektedir. Bu sürecin ilk basamağı ise kuşkusuz insan haklarının temellendirilmesidir. Bu faaliyet tümüyle felsefi ya da kavramsaldır ve yalnızca mütevazı görünen bir sorunun cevabını arara: İnsan denilen varlığın özel bir hak kategorisine sahip olmasının, hakka, haklara sahip olmasının daha basit biçimde ifade edilirse önemli zarara uğratılmaması gereken bir varlık olmasının asıl nedeni nedir? Bu soruya verilen seküler cevapların ilki, Kant’ın savaşı (ki yalnızca insan haklarının bir ihlali değil insancıl hukuk başta olmak üzere aynı zamanda tüm hukukileştirme, hukukla sınırlama çabalarına rağmen çok katlı ve çok yönlü olarak hukuk düşüncesinin tam bir ihlalidir) yeryüzünden silmek için bağlattığı proje yani Ebedi Barış Üzerine Felsefi Bir Deneme de dahil olmak üzere Kantçı felsefedir. İkincisi ise, genelde daha yaygın ama Kantçılığın eleştirileri yüzünden bu alanda daha az tercih edilen Yararcılığın verdiği cevaptır. Kant yukarıda sözü edilen Deneme’sinin yanında insan hakları temellendirmesini iki ünlü eserinde yapar: Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi ve Pratik Aklın Eleştirisi. Bunlarda geliştirilen insan hakları temellendirmesi de iki anahtar kavramla simgelenebilir: İnsan onuru ve otonomi. 

BM Engelli Hakları Sözleşmesi’nin Başlangıcı’nda (a) ve (h) bentleriyle 1. Maddesi’nde ve daha birkaç maddede açıkça ‘insan onurunda’ (inherent dignity ya da dignity) söz edilmektedir. Üstelik konuya aşina olanların hemen kavrayabileceği gibi ‘insan onuru’ kavramının bir biçimde yer almadığı bir uluslararası insan hakları belgesine rastlamak da hemen hemen olanaksızdır. Böylesi yaygın olan bu kavramın ne olduğu oldukça uzun bir açıklamayı gerektirir ancak bu metnin kapsamı dahilinde ve otonomi kavramıyla da ilişkilendirilerek kısaca söyle ifade edilebilir. Her insan kendinde, kendisi için bir amaçtır yani salt bir araca indirgenemez ne denli yüce olursa yalnızca bir amacın aracı olarak kullanılamaz, hatta bunu kendi de istese mümkün değildir! Peki neden? İnsan otonom bir varlıktır da ondan. Yani tüm evrende, doğada temel yasa olan nedensellik yasasına tabi olmama, onu aşma potansiyeline sahip tek varlıktır da ondan. Bunun anlamı insanın kendi hareketlerinin nedeninin kendi iradesi olmasıdır. Bu ise yalnızca insanın sahip olduğu bir ayrıcalıktır ve bu doğal potansiyel normatif düzeyde ona ‘hak’ sahibi olma olanağı verir. Böyle bir varlığın iradesini hiçe saymaksa onun potansiyelini inkar etmek, onun 6 Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi - 2009/2 Türkbağ/Besiri o yapan belirleyici öğesine ihanet etmek anlamına geldiğinden ‘insan onuruna’ aykırıdır. Çünkü o onurun kaynağı kendi hareketinin nedeni olma olanağında içkindir. Yararcılığın cevabı ise biraz daha farklıdır. Yararcılığın (Faydacılığın), Bentham ve Mill’in eserlerinde geliştirilen görüşlerle ulaştığı insan hakları anlayışı yalnızca liberalizmin özünü oluşturmamış aynı zamanda özellikle Anglosakson siyaset ve hukuk (özelikle Austin sayesinde) teorisinde uzun yıllar hakim görüş hatta tek görüş olmayı başarmıştır. Bentham’ın Ahlak ve Yasamanın İlkelerine Giriş ile Mill’in Özgürlük Üstüne adlı eserlerindeki insan hakları temellendirmesi özetle şöyledir: İnsan psikolojisinin temelinde haz ve acı ikilemi vardır ve insanının temel hareket ettiricileri olan haz ve acı onun hissedebilen bir varlık olmasına bağlıdırlar, aslında belli ölçüde insan bu özelliği diğer bir kısım canlılarla da paylaşır. Dolayısıyla hissedebilen bir varlığa acı vermek için iyi ve sağlam bir nedene, ciddi ve makul bir gerekçeye ihtiyaç vardır. Aksi takdirde yaptığınız hareket hem ahlaka (çünkü yalnızca olanı değil olması gerekeni de belirleyen haz ve acıdır) hem de hukuka aykırı olur. Yani hissedebilen bir varlığın bu doğal niteliği ona haklar adı altında belirli bir davranış dizisi ya da sınırı getirir. Bu iki temellendirme de günümüzde birer çıkış noktası oluşturmaktadırlar pek çok versiyona sahiptirler. Yeni görüşler genelde bunları temel alan bileşkeler biçimindedir. Ancak özünde bunlara bir biçimde değinmeyen seküler bir düşünce yok gibidir. Bu temellendirmeler insanların kendilerini ve türdeşlerini anlamada ve onlara olan davranışlarını belirlemede hayati bir rol oynayabilirler ama yeter ki yukarıda anlatılan süreçlerde, insanların kişiliklerinin oluşumunda belirli bir paya sahip olabilsinler. Bu teorik değerlendirmenin ardından şimdide hukuk sistemimizde engellilerin hayata katılmasına ve bununla ilgili bir takım istatistiklere değinmekte yarar vardır. Ülkemizde Engellilerin Hayata Erişimi Engelli hakları ve özellikle eğitim hakkı konularına girmeden önce ilk olarak engelli popülasyonun genel özelliklerine kısaca değinmek faydalı olacaktır. Dünya Bankası verilerine göre dünyanın en yoksul toplumlarının %20’ sini ve Dünya Sağlık Örgütü verilerine ( WHO) göre genel olarak herhangi bir toplumun nüfusunun yaklaşık yüzde 10’ unu engelli kişiler oluşturmaktadır.1

 1 Arzu Besiri, “Yoksulluk Ekseninde Engellilerin Eğitimi” TBB Dergisi, S. 83, Ankara, 2009, s. 354- 355 

Engellilik ve Hayata Erişim 7 2002 Türkiye Özürlüler Araştırması sonuçlarına göre, engelli olan nüfusun toplam nüfus içindeki oranı %12.29’dur. Buna göre ülkemizde yaklaşık sekiz buçuk milyon kişi engelli olarak yaşamlarını sürdürmektedir.2 Türkiye genel nüfusunun % 13’ü okuma yazma bilmiyorken, engelli nüfusun % 36.3’ ünün okuma yazma bilmediği görülmüştür. Tamamlanmış eğitim durumuna göre engelli nüfus oranı verileri de genel nüfusa göre oldukça düşüktür. Engellilerin % 41’i ilkokul mezunudur. İlkokul sonrası eğitim düzeyi ise oldukça düşüktür. Yüksek okula devam eden engelli (ortopedik, görme, işitme ve dil-konuşma engelliler) oranı % 2.24’dür.3 Bu olumsuz tablo, aynı zamanda yoksulluğun da göstergesidir. Eğitimsiz engelliler, istihdam edilememekte, sosyal güvenceye sahip olamamaktadır. Bu tablonun ortaya çıkmasında en büyük iki engel elbette erişilebilirlik ve farkındalığın eksik oluşudur. Engellilerin eğitimi konusunda Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesinin 24. maddesinin 1. fıkrasında taraf devletlere eğitim- öğrenim hakkının ömür boyu olarak sağlanması yükümlülüğünün verilmesine karşın4 iç hukukumuzda böyle düzenlenmemiştir. İç hukukumuzda ancak 3 – 14 yaş arası çocuğun özel eğitim de dâhil olmak üzere eğitimi zorunludur5 . Fakat iç hukukumuzda engellilerin, engelleri dolayısıyla çoğunlukla okula geç başladıkları göz ardı edilmiş ve çoğu engelli yaş haddinden dolayı bu imkândan faydalanamamıştır. Ve engelliler bu gibi sebepler yüzünden eğitim olanaklarından yararlanamamaktadırlar. Eğitimde eşitliğin sağlanması ekonomik, sosyal ve siyasal sebeplerden ötürü sağlıklı insanlar arasında bile mümkün olmamaktadır. Bu şartlar altında engelli bireylerin eğitimde eşitlik ilkesinden yararlandığını söylemek mümkün değildir. Eğitimde eşitlik ilkesi sadece kanuni bir düzenleme olmanın ötesine geçememiştir. Türkiye’de hem engelli bireylerin eğitimini sağlayacak uzmanların yetiştirilmesinde ve istihdamında sorunlar yaşanmaktadır, hem de 2 DİE ve Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı “Aralık 2002 Özürlüler Araştırması” 3 DİE ve Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı “Aralık 2002 Özürlüler Araştırması” 4 http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/BM_Engelli.pdf 5 222 sayılı ilköğretim ve eğitim kanununun 3. maddesine ve MEB Özel Hizmet Birimleri Yönetmeliğinin 29.maddesinin 1. fıkrasına göre yazılmıştır. 8 Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi - 2009/2 Türkbağ/Besiri engellilerin eğitim görebilecekleri derecede yeterli ve donanımlı eğitim kurumları bulunmamaktadır.6 Özel eğitim çoğunluktan farklı ve özel gereksinimli çocuklara sunulan, üstün özellikleri olanları yetenekleri doğrultusunda kapasitelerinin en üst düzeye çıkmasını sağlayan, yetersizliği engele dönüştürmeyi önleyen, engelli bireyi kendine yeterli hale getirerek topluma kaynaşmasını, bağımsız, üretici bireyler olmasını destekleyecek becerilerle donatan eğitimdir. Özel eğitime ihtiyacı olan engel gruplarının hepsi için özel eğitim sağlanamamaktadır. Ülkemizde yüz binlerle ifade edilen özel eğitim gerektiren çocuktan sadece 50 bin kadarı bu eğitimden yararlanabilmektedir. Özel eğitim alanlar genelde; görme, işitme ve zihinsel engellilerdir. Hem öğrenci kapasitesi hem de özel eğitim almış eğitimciler itibariyle bu alanda yapılanma eksikliği büyüktür.7 Kaynaştırma eğitiminin (engellilerle tabi normal eğitime elverişlidir raporu verilen engellilerle, engelli olmayan bireylerin beraber eğitim alması) uygulandığı okulların müdürlerinin bazılarının “okulumuzdaki öğretmenler şimdi bu engelli öğrenciye nasıl davranacağını bilemez” diyerek öğrenciyi kabul etmemesi göz göre göre çiğnenen eğitim hakkına bir örnektir. Özürlüler İdaresi’ nin yapmış olduğu araştırma baz alınarak tespit edilen bölgeler ve engel gruplarına göre özel eğitim planlamasının yapılması ve bu okulların ülke genelinde yaygınlaştırılması ve engellilerin de bu eğitimden yararlanması sağlanmalıdır.8 Özel eğitimin gelişmesi için üniversitelerin engelli eğitimi veren bölümlerinde araştırma ve uygulamalar desteklenmeli, engellilerle ilgili “uygulama, araştırma merkezleri” kurulması teşvik edilmelidir.9 Özel eğitimin yapılabilmesi için engel grupları hakkında istatistik bilgilerin tespiti doğrultusunda engelli bireylerin eğitim hizmetlerinden yararlandırılması gerekmektedir. Yapılan eğitimlerde kaynak israfının önlenmesi için bilinçli ailelerin katılımına da izin verilmeli ve fikirleri alınmalıdır.

 6 Besiri, s. 362 7 Besiri, s. 365 8 Besiri, s. 366 9 Kasım Karakaş, “Engellilerin Toplumla Bütünleşme Sorunları”, Ufkun Ötesi Bilim Dergisi, C.2, S. 2, Kasım 2002. Engellilik ve Hayata Erişim 9 Engelliliğine rağmen toplum hayatında, başkalarıyla eşit düzeyde yer alma fırsatlarından yararlanabilme şansına sahip olması halinde kişi , engelli olmaktan çıkmaktadır. Engelliliğin ortadan kaldırılması, bir başka ifadeyle engellilerin sosyal hayata eşit katılımının sağlanması sosyal devletin aktif sosyal politikaları ve sosyal duyarlı kesimin katkılarıyla mümkündür. Engelli öğrencilerin mevcut durumlarıyla ilgili aylık, dönemlik ve yıllık gelişimleri takip edilmelidir, tüm engelli çocukların sağlıklı bir eğitim alabilmesi için uygun ve yasal süreç içinde fiziki ortamlarının düzenlenmesi tamamlanmalıdır. Tüm ilköğretim okullarında görev yapmakta olan öğretmenlerin özel gereksinimli çocuklar ve özel eğitim, öğretim stratejileri konusunda en az 180 saat hizmet içi eğitimden geçirilmesi gerekmektedir ve özel eğitimde yaş sınırına bakılmadan tüm engellilere hizmet sunulması için yasal düzenlemeler yapılmalıdır.10 Engellilerin içinde yaşadıkları fiziksel çevre, fiziksel işlev bozukluklarının yol açtığı sınırlamalar sebebiyle büyük önem taşımaktadır. Yaşanılan konutlardan, kamusal yaşam alanlarına ve ulaşım araçlarına kadar tüm çevresel düzenlemelerin engellilerin özellikleri dikkate alınarak tasarlanmadığı açıkça ortadadır. Böyle yapılması aynı zamanda yapılan ayrımcılığa işaret etmekte ve bu ayrımcılıkla savaşmanın elzem olduğunu göstermektedir. Engelli kişi mevcut düzene uyum sağlayabildiği ölçüde engelli olmayanlarla beraber yaşayabilmekte aksi takdirde toplumdan dışlanmaktadır.11 Halbuki bütün bu düzenlemeler, engellilerin topluma katılmasını sağlayacak bir biçimde yapılabilir. Bunun için fiziksel çevrenin yapılandırılmasında sorumlu kişi ve kuruluşların engelli kişiler konusunda bilgili olması, bilinçli ve duyarlı davranmaları sağlanmalıdır. Bu amaçla fiziksel çevrenin tasarlanması ve yapılandırılması süreçlerinde engellilerin, ailelerinin ve sivil toplum örgütlerinin katılımı sağlanmalıdır. Örneğin metrobüs duraklarına ulaşımın ve yararlanımın engellilere yönelik olmamasından dolayı idare mahkemesinde İstanbul Büyükşehir Belediyesine dava açılmıştır. Büyük bir ihtimalle idare bu çevre düzenlemelerini yaparken bu sayılanların görüşünü almamıştır, eğer alsaydı yapılan çevre düzenlemeleri mahkemelik olmazdı. 

10 Besiri, s. 372-373 11 www.yok.gov.tr, Serhat Özgökçeler, Sosyal Dışlanma Sorunsalı ve Engellilerin Sosyal Politikası Bağlamında Değerlendirilmesi, Uludağ Üniversitesi Çalışma Ekonomisi Anabilim Dalı, Bursa, 2006. 10 Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi - 2009/2 Türkbağ/Besiri Engellilere diğer  vatandaşlar gibi başarılarını göstererek fırsat  sağlamak için; engelli olarak tanımlanan bireyleri, toplumun ayrı bir kesimi olarak nitelemek yerine engellileri toplumun bütünleşmiş bir parçası olarak algılayabilmek ve her türlü mekanda da buna olanak sağlayabilmek gerekmektedir. Kamusal binalara erişim, açık alanların düzenlenmesi, toplu taşımacılık ve  trafik düzenlemeleri konularında yerel yönetimler meselenin  sorumlusu ve yetkilisi olarak çözüm getirmek ve bütün bunları yaparken Özürlüler İdaresi Başkanlığı ile sürekli işbirliğinde olmak zorundadır. 05.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5378 sayılı Özürlüler Kanununun geçici ikinci maddesinde “Kamu kurum ve kuruluşlarına ait mevcut resmî yapılar,  mevcut tüm yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeşil alanlar, spor alanları ve benzeri sosyal ve kültürel alt yapı alanları ile gerçek ve tüzel kişiler tarafından yapılmış ve umuma açık hizmet veren her türlü yapılar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi yıl içinde özürlülerin erişebilirliğine uygun duruma getirilir.12 “denmesine rağmen henüz belirgin olarak somut adımlar atılmamıştır. Kanunda yer alan yada yer almayan insan haklarından yararlanabilmek için önce erişilebilirlik ve ulaşılabilirliğin sağlanması gerekir. Fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel çevreye, sağlık ve eğitim hizmetlerine, bilgiye ve iletişime erişim engellilerin tüm insan haklarından ve temel özgürlüklerden tam yararlanmasını sağlamadaki önemli faktörlerdendir. Sözleşmenin erişilebilirlik adıyla düzenlenen 9. maddesinin 1. bendine göre; Taraf Devletler engellilerin bağımsız yaşayabilmelerini ve yaşamın tüm alanlarına etkin katılımını sağlamak ve engellilerin diğer bireylerle eşit koşullarda fiziki çevreye, ulaşıma, bilgi ve iletişim teknolojileri ve sistemleri dâhil olacak şekilde bilgi ve iletişim olanaklarına, hem kırsal hem de kentsel alanlarda halka açık diğer tesislere ve hizmetlere erişimini sağlamak için uygun tedbirleri alacaklardır.13 Yani devlet engellilerin hayatını kolaylaştırmak için gerekli tüm tedbirleri almalıdır. Fakat Taksim’ de bulunan Atatürk Kütüphanesi uzunca bir süre tadilat olmasına rağmen engellilerin kütüphaneden istifade etmesi için gerekli fiziki düzenlemeler yapılmamıştır. Sözleşmenin bu hükmü kamu iradesi tarafından göz göre göre çiğnenmiştir. Ya da kaynaştırma eğitiminin uygulandığı okulların müdürlerinin bazılarının “okulumuz bu öğrenci için elverişli değil” diye öğrenciyi kabul etme12 www.ozida.gov.tr 13 http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/BM_Engelli.pdf Engellilik ve Hayata Erişim 11 mesi de göz göre göre çiğnenen hakka başka bir örnektir. Yine de ülkemizde çok az da olsa fiziki düzenleme adına sevindirici gelişmeler olduğu da bilinmektedir. Ayrıca engellilerin diğer sorunlarından biri de haklarını bilmemeleridir. Oysa ülkemiz tarafından da onaylanan Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’ nin 8. maddesinin 1. fıkrasının a bendinde yer alan aile dahil toplumun her kesiminde engellilere yönelik bilinci arttırmak ve engellilerin hakları ve insanlık onurlarına saygı duyulmasını teşvik etmek ve yine aynı maddenin 2. fıkrasının c bendinde yer alan antlaşmaya taraf devletlerin acil, uygun ve etkin tedbirleri almayı taahhüt ettiğine dair “Tüm kitle iletişim araçlarında engellilerin işbu Sözleşme’nin amacına uygun bir yaklaşımla tanımlanmasını cesaretlendirmek” hükmü maalesef tam anlamıyla devletimiz tarafından uygulanamamıştır. Engellilerin daha iyi ve yakından tanınması sağlanarak, önyargılar kırılamamıştır. Yine aynı maddenin 2. fıkrasının d bendinde yer alan engellilere ve haklarına ilişkin bilinci artırıcı eğitim programlarını desteklemek hükmü gerçekleştirilememiştir.14 Engellilerin engelli maaşı gibi maddi konular haricinde ( hatta bazıları bundan da haberdar değil ) bilgilendirilmesi eksik olunca, engelli kişiler haklarının ihlal edildiğini bilseler dahi, nereye ve nasıl başvuracaklarını bilmemekte ve haklarını arayamamaktadırlar. Örneğin; Karayolları Taşıma Yönetmeliği’ nin 57. maddesine dayanarak; şehirler arası otobüslerde %40 ve üzeri engellilere %30 indirim yapılmaktadır.15 Bu yönetmelik değişmeden önce ise %40 ve üzeri engellilere %50 indirim yapılacağı belirtilmişti. Karayolu Taşıma Kanunu’ nun 11. maddesine göre; Ücret tarifelerine uyulması ve bu tarifelerin görülebilecek şekilde işyeri, terminal ve bilet satış yerlerine asılması ve taşıtlarda bulundurulması zorunludur.16 Fakat bu düzenleme de firmaların çalışanlarının yönetmelik düzenlemesini bilmemesi ve firmaların kanundan doğan sorumluluklarını yerine getirmeyip, bu tarifeleri gerekli yerlere asmamaları yüzünden uygulanamamıştır. Bu gibi aksaklıkların önlenmesi için, özellikle devlet, kendi kanallarında engellilerin haklarının anlatımını içeren konulara yer vermelidir. Engelliler de haklarını öğrenmek için çaba göstermelidirler ve haklarını aramaktan da vaz14 http://www.unicankara.org.tr/doc_pdf/BM_Engelli.pdf 15 www.ozida.gov.tr 16 www.ozida.gov.tr 12 Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi - 2009/2 Türkbağ/Besiri geçmemelidirler. Engelli haklarının kullanılabilmesi için engelliler sosyal yaşama katılmalı ve hukuktan da destek almalıdırlar. Aslında tüm insan hakları bir bütündür ve birbirlerini desteklemektedirler. Biri olmadan bir diğer hakkı kullanmak zordur. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ nın 90. maddesinin 5. fıkrasında “ Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 - 5170 S.K./7. md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” denilmiştir. Yani T.C. Devleti uluslar arası sözleşmelerde yer alan yükümlülüklerine uymak zorundadır. T.C. Devleti ise BM Engelli Hakları Sözleşmesini kabul etmiştir. Yani T.C. Devleti BM Engelli Hakları Sözleşmesindeki yükümlülüklerini yerine getirmek zorundadır. Son olarak şunu söylemek istiyorum: Engelli haklarının sadece kanunlara ve sözleşmelere yani yasal mevzuata girmiş olması yetmez, ayrıca bu hakların uygulanabilir olması gerekir. Engellilerin kanuni haklarını bilmeyen ve bu Kanunları uygulamakla görevli memurlar ve diğer yetkili kişiler engellilere bir dizi sorun çıkarmaktadırlar. Bu ve benzeri aksaklıkların önlenmesi için öncelikle ilgili bu kişilere bu haklar konusunda eğitim verilmesi zorunludur. Fakat burada verilmesi önerilen eğitimden çok daha önemli olanı toplumun engellilere karşı olan ön yargılarını kırmak, fırsat verilirse engellilerin de çok başarılı olabileceklerini topluma anlatmak ve farkındalık sağlamaktır. İşte bu yüzden anaokulundan başlayarak engellilerin öteki olmadıklarını anlatan eğitimlerin verilmesi gerekmektedir. 


Galatasaray Üniversitesi Konferans