16 Mart 2015 Pazartesi

ÖTEKİLERİN CİNSELLİĞİ

Giriş
Bazı insanlar engelli doğar, bazıları da sonradan hastalığa, kazaya ve diğer sebeplere bağlı olarak engelli olurlar. Dünya Sağlık Teşkilatı özürlülük kavramını üç ayrı ana kategoride toplayıp, değerlendirmektedir.
1)               İç veya dış organların zarar görmesi veya tahrip olması, organlardan herhangi birisinin zarara uğramış olup olmadığını genelde tıbbi bir teşhisin sonucunda kesinlik kazanmaktadır. Mesela gözün görme kabiliyetini yitirmesi, bir organın hastalığı olarak ifade edilebilir. (impairment )
2)               Organların zarara uğraması sebebiyle ruhsal, psikolojik veya fiziki yönden fonksiyonel engellerin ortaya çıkması. Fonksiyonel engel, normal bir aktiviteyi yerine getirmekteki zorluğu ve meşakkati dile getirmektedir. Bir göz rahatsızlığının görme kabiliyetini sınırlaması, önemli bir fonksiyonel engel teşkil eder. Dolayısıyla fonksiyonel engeller, kişinin bedene ait değişik yetenek ve performans kaybını yansıtmaktadır. ( Disability )
3)               Sosyal engellerin belirlenmesi. Fonksiyonel engellerin artması ile   çoğu kez sosyal hayatta değişik engellerle karşı karşıya gelinmektedir. Bu durumda kendilerinden beklenen sosyal rollerini yerine getirememektedirler. (Handicap )[1]
Tanımlardan da anlaşılabileceği gibi bugün, bir kişinin özürlü sayılabilmesi için, o kişinin bedensel (anatomik, ortopedik) bozukluğundan ziyade, fonksiyonel yetersizliği olup olmadığına, bir başka deyişle, arızalanmış organların ne derecede görevlerini yerine getirip getirmediğine bakılmaktadır.[2]
Türk Dil Kurumunun sözlüğünde engelli: vücudunda eksik veya kusuru olan özürlü: gelişimin türlü yanlarıyla öğrenme gücü gibi süreçlerin birisi veya birkaçında sakat olan kişi ya da kusuru olan, defolu.
Sakat: vücudunda hasta veya eksik bir yanı olan, engelli, özürlü olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlara göre sadece engellilerin cinsel yaşamı dersek zihinsel eksikliği veya psikolojik bozuklukları olanlar dışta kalır ve konumuza girmezler. Uluslar arası tanımlarda ise özellikle yetersizliğin vurgulanmasına karşın Türkiye’ de ortak vurgunun yapıldığı genel bir tanım bulunmamaktadır. Bu yüzden burada uluslar arası tanımlardan hareket edeceğim ve bence kulağa daha güzel gelen engelli tanımını kullanacağım.
Cinsellik ve Engellilerin Cinselliği
Türk Dil Kurumuna göre cinsellik, cinsel özelliklerin bütünü, sex duygusudur. Başka bir tanıma göre cinsellik,  bireyin kendi cinsel kimliğini kabul etmesi, cinsinin gereği olarak karşı cinsle ilgilenmesi, araması, birlikte olmaktan ve cinsel ilişkiden bedensel olduğu kadar ruhsal bir haz ve doygunluk elde etmesidir.[3] Gerçek bir cinsellik için duyguların ve aklın birlikte kullanılması gerekir.
Engelli olsun normal olsun her birey cinsiyeti ile doğar. Cinsiyet kelime anlamı olarak “dişi” veya “erkek” olma şeklinde açıklanabilir. Cinsel kimlik ise kişinin cinsiyetinden haberdar olması ve cinsiyetine uygun davranışlar göstermesidir.[4] Bu noktada kişinin kendi cinsiyetinden memnun olması, böyle yaşamaktan mutluluk duyması çok önemlidir. Fakat engellilerin engelleri göz önüne alınınca bu mutluluk önemli ölçüde azalmaktadır. En basitinden bir bedensel engellinin ya da omurilik felçlisinin soyunup yatağa geçmesi bile çok zordur. Engelli Bireylerin Cinselliği Hakkında Görüşler İkiye Ayrılır:
Cinsel Taleplerin Engellenmesi Yaklaşımı
Engelli bireyin cinselliğini önlemeye çalışan birinci görüşe göre, engelli bireylerin cinsellik hakkındaki bilgisi ne kadar az olursa o kadar iyi olduğu düşünülür. Ancak bu görüşle ilgili tartışmalar vardır. Bu tartışmalardan biri de şudur; aktif cinsel yaşam, engelli bireyin sahip olmadığı derecede sorumluluk ve olgunluk ister. Bu nedenle toplum, sorumsuz cinsel davranış olasılıklarını ve sonuçlarını azaltma hakkına sahiptir. Fakat cinsellikte nelerin sorumluluğu nelerin sorumsuzluğu oluşturduğu kendilerine hiç öğretilmeyen insanlardan, sorumlu cinsel davranış beklemenin gerçekçiliğe aykırı olduğu savunulmaktadır ki bence de doğrudur.
Cinsel Hakların Korunması Yaklaşımı
Diğer görüş ise her sağlıklı insan gibi engelli bireylerin de cinselliği yaşamaya hakları olduğunu savunur. Araştırmacılar cinsel eğitimin gerekli olduğunu ortaya koymuşlardır.[5]
Cinsel Eğitimin Önemi ve Rolü
Cinselliği doğru yaşama, kendini koruma ve bilinçli olma açısından cinsel eğitimin rolü yadsınamaz. Cinsel eğitim denince kişilerin aklına ilk gelen vücut kısımlarının isimleri, fonksiyonları, üreme ve bununla ilgili konular olmaktadır. Gerçekte cinsel eğitim özellikle doğuştan engelliler için bundan çok daha kapsamlı ve anlamlı olmalıdır. Cinsel eğitim bireyin fiziksel, duygusal ve cinsel gelişimini anlaması, olumlu bir kişilik kavramı geliştirmesi, insan cinselliğine karşı, başkalarının haklarına, görüş ve davranışlarına saygılı bir bakış açısı edinmesi ve olumlu davranış biçimleri ve değer yargıları geliştirmesi eğitimidir. Cinsel tutum ve davranışların sosyal hayattaki yansımalarının bir göstergesi olması nedeniyle, cinsellik veya cinsel hayat, kültürel hayatın ve yaşama tarzının bir parçasıdır.[6]
Cinsel  Yaşamda IQ’nün Rolü
Cinsel IQ son günlerde önem verilen cinsellik kavramlarının başında gelmektedir. Cinsel IQ, kişinin cinsellik hakkındaki bilgi ve şahsi becerilerini, değerlerini, kendini ve özelliklerini kabullenmesini; cinsellikle ilgili haklarını algılayabilmesini ve bu konuları objektif değerlendirmesini gerektiren ve bütün bunları birleştiren bir kavram. Dolayısıyla engellilerin cinsel IQ’larının yükseltilmeye çalışılması gerekmektedir ve bu eğitimle mümkündür.
Cinsel Eğitim ve Sosyal Yapı Arasındaki İlişki
Cinsellik toplumlarda tabu olmamalıdır fakat alelade yaşanmamalıdır da. Cinsellik konusunda daha bilinçli olmak için mutlaka eğitim verilmelidir. Cinsel eğitim sayesinde toplum farklı olanlara hoşgörü gösterecek, engelli bireyler de kendilerine güvenecek ve saygı duyacaklardır.
Cinsel Dürtülerin Ortaya Çıkması (Cinsellik Evreleri)
Cinsellik karşındakini istemekle başlar ve çeşitli evreleri vardır. Bu evreler engelden kaynaklanan sorunlardan olumsuz etkilenebilir. Ve genelde etkilenir.
Engellilerde Cinsel İstismar
Engelli bireyler yüksek oranda fiziksel, duygusal ve cinsel her türlü istismara uğramaktadırlar. Genelde de engelli kadın ve çocuklara bu istismar uygulanmaktadır ve bu istismar sağlıklı olanlara göre daha çoktur. Kendilerini  yeteri derecede koruyamadıklarından rahat hedef haline gelmektedirler, zaten bu istismarlar daha çok zayıf olanlara yapılmaktadır. Çocuklara cinsel taciz, hapishanelerde cinsel taciz gibi. 
Ensest sağlıklı bireyler de olduğu gibi engellilerin de kanayan yarasıdır. Ensest kelime anlamıyla aile içi yasak ilişkidir. Ve engelliler ensestle de karşı karşıya kalmaktadır. Bu şiddete maruz kalan engelliler, sadece bedenen zarar görmemekte, çoğu kez ömür boyu psikolojik yönden etki altında kalmakta ve yaşadıkları travmalara seyirci kalınmaktadır.
Cinsel Eğitimin Tarihçesi ve Amacı
1960’lara kadar toplumlarda bu konuda tamamen baskıcı ve olumsuz tutumlar gözlenmekteydi. Kaynaştırma akımının gündeme gelmesi ile engellilerin de cinsel yaşam ve cinsel eğitim alma hakları olduğu konusu önem kazanmıştır. Bunun yanında yaklaşık olarak son on beş yıl içinde cinsel taciz konusu ve AIDS tehlikesinin gündeme gelmesinden sonra sağlıklı cinsel eğitim programlarının hazırlanması gerekliliği vurgulanmıştır. Bu programlarda sadece cinsel yaşam ile ilgili bilgiler değil, sosyal ilişkiler ve kendine güvenin geliştirilmesi amaçlarının da yer alması gerektiği savunulmaktadır. Engellilere verilecek cinsel eğitimin bir amacı da toplumsal yaşam içinde çıkabilecek problemleri önleme ve aynı zamanda yaşam kalitesini daha iyi bir düzeye getirmek olmalıdır.[7]
Engellilerin Cinsel Dünyalarındaki Sorunlar
a) Toplumun Bakışı
Engellilerin de sağlıklı her insan gibi bir takım gereksinimleri vardır. Oysa toplumlar engelli bireyleri cinsellik dışı görmeye çok yatkınlardır. Dolayısıyla engelliler kendileri hakkında bu olumsuz görüşü üstlenerek, gerçekte cinsel istek ve yetileri başka insanlardan farklı olmasa bile bu duygularını baskı altında tutarlar. Engelli bireylerin cinsel yaşamlarında karşılaşacakları en önemli sorunlardan birisi de başkalarının ön yargılarıdır. Bu ön yargılara göre engelliler sadece tüketir, bir işe yaramaz, engelli kişilerin çocuğu olmaz, engelli kişiler cinsel ilişkiye giremez ve engellilerin fiziksel görünüşü hoş değildir. [8]
Türkiye çapında Türkiye Sakatlar Derneği tarafından   yapılan araştırmaya göre, toplumun yüzde 77'sinin engellileri 'çocuksu, kırılgan ve cinsel hayatı olmayan bireyler' olarak algıladığı belirlendi. Araştırma, toplumdaki bu algılar nedeniyle engellilerin yüzde 60'ının engelli olduğu için partnerleriyle aralarındaki ilişkinin bozulduğu sonucunu verdi. Engellilerin yüzde 83’ ünün cinsel hayatları ile ilgili yaşadıkları sorunları paylaşacak kimselerinin olmadığını bu araştırma açıkça ortaya koydu.[9] Diğer sorunların çözümü de bu ön yargılar aşıldıktan sonra daha kolaylaşacaktır. Güzel bir kadını oturduğu yerde gören ve çay içme teklifinde bulunan kişinin kadın yerinden kalkınca onun engelli olduğunu görmesi ve ona abla diye hitap etmesi buna güzel bir örnektir.
Engelli bireyler özellikle kadınlar cinselliklerini keşfedememektedirler. Eğer engellilerin seksüel bir ilişkileri var ise şanslı sayılmaktadırlar. Engelliler genelde engelli olmayanlar tarafından partner olarak tercih edilmemektedirler. Eğer engelli olmayan biriyle ilişkiye başlarlarsa gerçek olmadığı düşünülmektedir. O kadar sağlıklı insan varken neden engelli? Toplum böyle düşünürken engellinin de bu şekilde düşünmesi normaldir. Bu  şekilde peşin hükümle düşünülmesi yanlıştır.
b) Bilgi Edinmede Engeller
Engellilerin ayrımcılık ve dışlanmayla örülü bir yaşamları olduğu için, engelliler genellikle öz saygıdan yoksun ve kendilerine güvenmeyen kişilerdir. Cinsellik  ölüme dek toplum içinde sürer. Zihinsel, fiziksel ve diğer engellilerin cinsel hakları olduğu unutulmakta, cinsel konulardaki bilgi gereksinimleri, cinsellikle ilgili duygu ve düşünceleri çoğu zaman göz ardı edilmektedir.
Pek çok araştırmacı yaptıkları çalışmalarda engelli bireylere cinsel konularda yeterli bilgi verilmediğini bulmuşlardır. Normal kişilerin arkadaş ve anne-babadan bilgi alma şanslarının engelli bireylerden daha yüksek olduğu bilinmektedir. Gerçekten de engelli bireylerin yeterli arkadaşı yoktur.[10] Ayrıca bilgiyi ve olayları anlama ve değerlendirmede sınırlılıklar vardır. Ayrıca erişkin cinselliği hakkında pek çok temel çocukken atılır. Dişi veya erkek cinsel kimliğimiz, aynı veya karşı cinse duyduğumuz ilgiler, cinsiyetimize güvenmemiz, cinsel korkularımız çocukluktan itibaren oluşur. Özel eğitimde de bu bilgilerin engelli çocuklara verilmesi onlar için çok önemlidir.[11]
 Bilgi alamayan engelliler için bilgi alma kaynağı olarak medya görülmektedir. Oysa engellinin medyadan bilgi almasının bazı tehlikeleri vardır. Medyadaki tüm modellerin doğru olduğu söylenemez.[12] Medya sosyal sorumluluk anlayışı içerisinde, milli kültürümüze ve toplumsal değerlere ters düşmeyecek şekilde cinsel eğitim programlarına yer vererek özel cinsel eğitime destek olmalıdır.[13]
c) Cinsel Hayatı Yaşamadaki Engeller
Normal bireylerde olduğu gibi engelli kişilerde kendini tatmin ( mastürbasyon ) sıklıkla görülmektedir. Yapılan araştırmalarda, bu kişilerde cinsel tatmin ihtiyacının, aileler tarafından farklı şekillerde giderildiği ortaya çıkmıştır:
- Cinsel isteklerini göz ardı etmek,
- İlaç ,
- Evlendirmek.
Bu çözümlerin her birey için ayrı ayrı tartışılması gerekmektedir. Bunları sadece fizyolojik gereksinim olarak görmek hatalıdır. Çünkü, çözümlerin tıbbi, ahlaki, sosyal,  hukuki vs. boyutları vardır. Çözümler; bütün boyutları ile ele alınarak, kişinin durumuna göre, kişiye özel üretilmelidir.[14]
d) Kurumlarda Cinsel Hayatın Yaşanmasındaki Zorluklar
Topluma katılma, toplumla bütünleşme konusunda bir başka güçlük de, engellinin özel yaşamıyla ilgili olarak ortaya çıkmaktadır. Fiziksel işlevlerindeki bozulma ya da bazı eksiklikler nedeniyle engellinin hareket yeteneği sınırlanınca, bu, onun özel yaşamına da bazı kısıtlamalar getirmektedir. Hatta sosyal hizmet kurumlarında sürekli bakım ve koruma altında olan engelliler için adeta özel yaşam yok denebilecek kadar azdır. Engelliye ait bir mekanın yokluğu ve kimi etkinliklerin (cinsel yaşam gibi) yasaklanması gibi pek çok sınırlama özel yaşamı ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca engellilerin evlenmeleri ve aile kurmaları da diğer insanlara oranla daha güçtür; bu da onların toplumla bütünleşmelerini önemli ölçüde engellemektedir.[15]
e) Engelli Kadınların Cinsel Hayatlarına Dönük Sorunlar
Cinsellik bütün insanlar için bir ihtiyaçtır. Ancak, özellikle engelli kadınların birçoğu aseksüel olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle engelli kadınların cinsel sağlıkları görmezden gelinmektedir. Görücü usulü yapılan evliliklerde engelli kadın genellikle uygun aday olmamakta, eğer evlenecek kişi bulunursa da kendilerinden yaşça büyük kişilerle evlendirilmektedirler. Engelli kadınlar çocuk sahibi olma konusunda aileleri ve çevreleri tarafından engellerle karşılaşmaktadırlar. Yaygın bir inanışa göre engelli kadınlar cinsel soğukluk yaşamakta ve bu kişilerin çocukları da engelli doğmaktadır. Yapılan araştırmalar da engelli kadınların hem cinsleri gibi normal bir cinsel yaşamları olduğu, çocuk yetiştirme konusunda çok büyük sıkıntılar yaşamadığı görülmüştür. Toplum engelli bireylerin cinsel imajını zedeleyebilmekte ve ona yaftalar yapıştırabilmektedir. Bu sadece engelli kadınlar için değil engelli erkekler için de geçerlidir.
f) Engelli Grupların Cinsel Hayatlarına Dair Sorunlara Genel Bakış
Bütün engelliler için cinsel yaşam çok zordur. Görme, işitme ve konuşma engellilerin bazı yöntemler dışında sınırlılıkları bulunmamaktadır. Görme ve işitme özürlülerin sorunları ise çok başka bir yöndedir. Bu gibi özürleri olan kimseler için sorun, daha çok kişisel iletişimin olanaksızlığında yatar. İşitme engelliler için başkalarıyla anlaşmak, haliyle güçtür. Kullandıkları işaret dilinde henüz cinsellikle ilgili kavramlar için resmen belirlenmiş işaretler de yoktur. Görme özürlüler ise dış dünyayla olan temaslarında genellikle aracılık eden kimselere gereksinim duyarlar. Ayrıca karşılarındaki kişinin yüz ifadesini görememek, bu gibi özürlülerde cinsel iletişim açısından oldukça büyük eksiklik yaratır.[16] İlişki esnasında iletişim çok önemlidir ve her şey oldu da bitti değildir. Çünkü iyi geçmeyen bir ilişki daha sonra engellide travma ve psikolojik bozukluğa yol açacak, zaten kendine güveni olmayan bireyin daha da kendini geriye çekmesine sebep olacaktır. Görme ve işitme özürlülerin eğitiminde cinsellik üzerinde fazla durulmaz. Bu gibi eksikler ancak günümüzde Batı ülkelerinde yeni yeni fark edilmeye, bunları giderici önlemler alınmaya başlanmıştır. Bedensel engeli olan kişiler kendileri için doğru duruşu bulduktan sonra artık ilişkiye girerken rahattırlar. Omurilik felçlileri de belden aşağısını hissetmezler bazen sırf görüntü onları tatmin eder. Omurilik felci erkekler ereksiyon için kimi zaman iğne yada hap kullanırlar fakat cinsel birleşmenin sonunda gerçekleşen boşalmayı hissedemezler. Omurilik felçlisi çocuk sahibi ve evli yada evlenmek isteyen bir çok kadın vardır. Kadınlar da ilaç kullanıp hislerini arttırabilirler. Cinsel tatmin olasıdır, genital bölgede his kaybı olsa da omuzlar, meme, ağız gibi diğer organlar cinsel aktivitede önem kazanmaktadır. Spastik engellilerin bazıları kasılmalarının dışında birleşmeyi yaşarlar. Hatta bazen en normal oldukları zamandır ilişki anı. Bir kekemenin şarkı söylerken hiçbir şeyinin kalmaması gibi. Bazılarının ise cinsel hayatı tam bir muammadır. Fakat esas güçlük zihinsel engellilerin cinsellikle ilgili eğitimlerinde ve cinsel yaşamlarında yaşanır. Zihinsel engelli kişilerin cinsel eğitimden geçmeleri zorunludur. Ağır zihinsel engellilere eğitim verilemez. Bir de yatalak oldukları için zaten kendilerini bilmezler.
Süreğen hastalıklarda engel grupları içinde yer almakta ve bu kişilerin bazılarında  cinsel fonksiyonlarda bozukluk görülmektedir. Süreğen engelli kişinin sürekli bakım ve tedaviye ihtiyacı vardır. Bu engel grubuna kan, kalp- damar, cilt ve deri hastaları, sindirim sistemi hastaları, kanser hastaları, üreme organı hastaları, ruhsal davranış bozukluğu olan hastalar ve HIV hastaları girerler.[17]  Psikolojik  engellilerin bazen cinsel yaşamlarında partnerleriyle sorunları çıkmamakta bazen de birleşme gerçekleşememektedir. Ağır psikolojik sorunlu olanlar rahatsızlıklarının ortaya çıktığı dönemlerde çoğu zaman biriyle beraber oldum ama kiminle, ne zaman bilmiyorum diyerek ilişki anını hatırlamamakta dolayısıyla sağlıklı bir cinsellik yaşayamamaktadırlar.
Sonradan bir şekilde engelli olmuş ve hayatlarını engelli geçirecek olan bireyler için bütün bunlar daha zordur. Çünkü onlar sağlıklı cinsel yaşamın ne olduğunu bilir, içinde bulundukları durumu kendilerine yediremez ve kendilerini geriye çekerler.  Zor geçen bir adaptasyon döneminden sonra cinsel yaşamlarını geri getirmek için iğne gibi çeşitli yöntemler denerler. Bilinç altında yer alan acaba başarabilir miyim endişesi cinselliğin sınırlı olmasına yol açmakta hatta cinsel ilişkiyi engellemektedir.
Belli bir zamanı engelli olarak geçirmek zorunda olan düzelebilir engelliler vardır. Onlar da durumu kabullenmekte güçlük çeker ve bu süre zarfında duygusal olsun cinsel olsun duygularını bastırırlar. Çünkü bu süre içinde kendilerini ne engelli olarak ne de sağlıklı bir insan olarak görebilirler. Yani Arafta’ dırlar. Aslında cinsel işlevlerinde bir bozukluk olmadığı sürece cinsel açıdan sağlıklıdırlar. Bir engelliyle beraber olmak istemez ama bir sağlıklı için de acaba birlikte olabilir miyiz diye düşünürler. Bunun için de bir ilişki yaşamak istemez ve kendilerini ilişkiye hazır hissetmezler ve duygularını hep ertelerler. İstisnalar kaideyi bozmaz ama böyle olmayan kişiler de vardır. Ayrıca  cinselliği yaşayıp başaramama ya da eskisi kadar başarılı olamama korkusu dürtülerin bastırılmasına yol açar. Devamlı bu korkuyu yaşayıp; dürtüleri, istekleri bastırmak yerine bu dürtüleri cinsel açıdan yaşamalı ve ona göre karar vermelidirler.  Bir de bu gibi durumların daha kolay atlatılabilmesi için psikolojik yardım alınmalıdır.
Engellilerin Özel Hayatına Dair Bazı Öneriler
Cinsel istekteki azalmanın düşük motivasyon ve biyolojik nedenlerle ilgisine bakmak ve buna neden olan olayları çözmeye çalışmak da gerekir. Eğer cinsel ilişkiye girmekte çekilen zorluktan dolayı cinsel istekte azalma var ise, bu durumda cinsel eylem olmadan gerçekleşebilen cinsel yakınlıkları araştırmak problemin çözümünde etkili olabilir. Çoğu zaman bu bayağı yararlıdır çünkü insanın engelli de olsa önemsendiğini hissetmeye, kendinin sadece cinsel bir meta olarak görülmediğini anlamaya ihtiyacı vardır. Cinsel yaşamı bu gibi yaklaşımlarla normale döndürülen bir kişinin özgüveninin artacağı ve yaşam kalitesinin yükseleceği kesindir. Hatta bu gibi olaylar bir şekilde cinsellikleri bitmiş sağlıklı insanlar tarafından uygulanmakta ve onların da sorunları aşılmaya çalışılmaktadır. Bahsettiğim bu cinsel yakınlıklar bence kadınlar için daha geçerli çünkü erkekler genellikle sağlıklı olsun engelli olsun cinsel ilişkiye girmek isterler.
İlk deneyimini yaşayacak tekerlekli sandalyedeki birine para karşılığında bu deneyimi yaşamaması önerilmiştir. Çünkü ilkler önemlidir ve bu deneyiminin başarılı geçmemesi bütün cinsellik hayatını etkileyebilir. Ayrıca cinsellik ilişkinin bir parçası, duygularla bir bütündür. Zaten kendilerini önemsenmeyen olarak gören ve dışlanmış hisseden engellilerin ilkleri ve daha sonraki deneyimleri önemlidir.
Sonuç
Sonuçta, insanın cinsel hakkı göz önüne alınarak (sadece cinsel ilişkide bulunmaya muktedir olma değil) ayrımcılığın önüne geçilmesi, ötekileştirmenin önlenmesi ve toplumsal mutabakatın sağlanması için, engellilerinde sağlıklı her insan gibi cinsel ihtiyaçlarının olduğu unutulmamalıdır. Ön yargılardan uzaklaşılmalı, sağlıklı cinsel yaşam için özel eğitim verilmeli, bu eğitimlerin iyi sonuç vermesi için, projeler üretilmeli ve devlet insan haklarının ihlal edilmemesi, sukün ve saadet için hukuki normları taviz vermeden uygulamalıdır.
 
 
Not: Cinsel IQ son günlerde önem verilen cinsellik kavramlarının başında gelmektedir. Cinsel IQ, kişinin cinsellik hakkındaki bilgi ve şahsi becerilerini, değerlerini, kendini ve özelliklerini kabullenmesini; cinsellikle ilgili haklarını algılayabilmesini ve bu konuları objektif değerlendirmesini gerektiren ve bütün bunları birleştiren bir kavramdır.[18]

[1] Seyyar, A., Sosyal Siyaset Açısından Özürlülüğe Karşı Mücadele
[2] Seyyar, A., Sosyal Siyaset Açısından Özürlülüğe Karşı Mücadele
[3] Özgüven, İ.E., Cinsellik ve Cinsel Yaşam
[4] Artan, İ. Engelli Çocuk ve Gençlerin Cinsel Eğitimi Makalesi, webbilişim.org
[5] Yurdakul, A., İlkışık Dergisi, 1999
[6] Artan, İ., Engelli Çocuk ve Gençlerin Cinsel Eğitimi Makalesi, webbilisim.org
[7] Artan, İ. Engelli Çocuk ve Gençlerin Cinsel Eğitimi Makalesi webbilişim.org sitesi
[8] www.kisiselbasari.com/Bilgi.asp?ID=278
[9] www.gündem-online.com
[10] Artan, İ. Engelli Çocuk ve Gençlerin Cinsel Eğitimi Makalesi, webbilişim.org
[11]  Ekşi, A., Ben Hasta Değilim, Çocuk Sağlığı ve Hastalıklarının Psikososyal Yönü
[12] Artan, İ., Engelli Çocuk ve Gençlerin Eğitimi Makalesi
[13] Seyyar, A., Türkiye’ de Zihinsel Özürlüler ve Cinsel Eğitim Makalesi
[14] www.tavsiyeediyorum.com
[15] Öztürk, Mustafa, Hayata Dokunuş
[16] www.moxfa.net/Engelliler- ve- Cinsellik html
[17] Öztürk, M., Hayata Dokunuş
[18] http://www.donusumkonagi.net/makale.asp?id=1412&baslik=cinsel_iQ_nedir_
 
 Makale Eylül 2009'da Güncel Hukuk dergisinde yayınlanmıştır.
 

12 Mart 2015 Perşembe

Engelli Kadın ve Ayrımcılık

 "Her kadın farklı özelliklere sahiptir." 
    Ülkemiz açısından bakıldığında özellikle kadın nüfus grubunun sosyal sorunlardan daha yoğun ve derin etkilendiği bilinen bir gerçektir. Çünkü kadın, eğitimden, iş ve mesleki olanaklardan yoksun, sosyal güvencesi olmaksızın marjinal işlerde çalışmakta (temizlikçi, çocuk bakıcısı gibi) ve erken yaşlarda gerçekleştirilen evliliklere maruz kalmaktadır. Kadın, geleneksel düşünce nedeni ile kamusal yaşama en az düzeyde dahi katılamamakta ve toplumsal etkililikleri oldukça düşük düzeyde kalmaktadır. Bu durum, kadının toplumsal yaşamda ikincil konumunu pekiştiren bir süreç olmaktadır (Küçükkaraca, 2005; Karataş, Duyan, 2005). Toplumsal yaşamda kadının durumunu iyileştirmeye ilişkin genel politikalarda ve uygulamalarda hala önemli eksiklikler vardır.

   Dünya’ da 500 milyon engellinin olduğu ve bu sayının yarısını da engelli kadınların oluşturduğu bilinmektedir. Ama son zamanlara kadar engelli kadınların var olduğu anlaşılamamıştır. Kadın hareketi ile engelli hareketinin birbirini oldukça geç ve yavaş tanıması, bu iki grubun birbirinin müttefiki olduğunu geç fark etmesine neden olmuştur. Feminist hareket, kadın olarak gördüğü gruba engelli kadınları dahil etmemiş ve engellilik konusu da en başından itibaren erkek egemen bir yapı içinde oluştuğu için onlarda feminist hareketi engelli kadınların dışında kabul etmişlerdir. Feminist gruplar ve engelli grupları içlerinde çok fazla grup bulundurdukları için heterojendirler. Ancak kendilerinin heterojen olduklarını da çok geç fark etmişlerdir. Hem heterojen olmaları hem de tarihsel süreç içinde benzer mücadeleleri ayrı ayrı yaşamış olmaları bir araya gelmelerini gerektirmektedir.
Toplumun engellilerle olan problemlerin kaynağının “ırkçılık ve cinsiyet ayrımcılığı gibi, bireysel düzeyde olduğu ve kurumsal uygulamalarla meydana çıktığı da söylenebilir” (Oliver,1990). Bireysel ve kurumsal uygulamalar da engellileri toplumun dışına iterek onları diğerlerinden ayırır. Bu ayrıştırma damgalama ve marjinalleştirme olarak karşımıza çıkar.

     Engelli kadınlar damgalanarak ve marjinalleştirilerek toplumdan iyice soyutlanmaktadırlar. Bu düşüncenin en belirgin örneği ise engelli kadınların sevgili yada eş olarak görülmemesidir. Yapılan bir araştırmada deneklere sorulan sorulara verilen cevaplar dediğimi doğruluyor. “ Engelli bir kadınla aşk yaşarım ama evlenmem. “ Toplumdaki bu yanlış anlayışın önüne geçilmeli ve toplum bilinçlendirilmelidir. Çünkü erkeklerin böyle düşünmelerinin bir sebebini de yetiştirildikleri aile içindeki düşünceler oluşturmaktadır. Ve herkesin bir engelli adayı olduğu unutulmamalıdır.

    Kadının engelli olması her koşulda şiddete maruz kalmasına neden olmakta, dolayısıyla kadının engeli şiddet açısından kışkırtıcı olmaktadır. Zihinsel engelli, işitme engelli ya da birden fazla engeli olan kadınlar ne yazık ki şiddete uğradıklarında bunu ifade etmede ve yardım istemede zorluk çekmektedirler.

    Engelli bireyler toplumda ötekileştirmenin getirdiği ayrımcılıkla karşı karşıya kalırlar fakat bu ayrımcılık engelli kadınlara daha fazla uygulanır.
Dışlanma, kültür ve gelenek temelinde sınırlandırma, tutumlar ve önyargılar sıklıkla engelli kadınları erkeklerden daha fazla etkilemektedir. Engelli kadınların dışlanması düşük benlik saygısına ve olumsuz duygulara yol açmaktadır. Destek servislerinin azlığı ve eğitim yetersizliği de çalışamamaya, sonuç olarak düşük ekonomik duruma sebep olmaktadır. Bu da aileye veya bakımını sağlayan kişilere daha fazla bağımlılığa neden olmaktadır.

   Anayasamız’ ın da 10. maddesinin 2. fıkrasının 1. cümlesine göre “ Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir.” Devletin, bu eşitliğin sağlanmasında pozitif yükümlülüğü vardır. Fakat bu yükümlülüğün ne kadar ve nasıl uygulandığı tartışma konusudur. Buradaki eşitlikle bahsedilen mutlak eşitlik olduğu halde fırsat eşitliği bile sağlanamamıştır.

    Engelli kadınların, kendi gereksinimlerini ifade etme, seslerini duyurma, karar alma süreçlerine aktif ve eşit derecede katılma, yani kendi hayatları üzerinde egemen olma savaşımında, onları güçlendirecek her alanda sosyal politika ve düzenlemelere gereksinim vardır.
Toplumsal sorunların öngörülmesine, analiz edilmesine ve çözümlenmesine dair geliştirilecek yaklaşımların bütüncül, birbiri ile ilintili ve süreklilik arz eden bir tavırla başarılı olabileceğine kuşku yoktur.

DİPNOT

1http://www.ozida.gov.tr/ozveri/ov3/ov3ozurlukadinveayrim.htm  
2Küçükkaraca, N., Feminizm ve Engelli Kadın, Engelli Kadınların Sorunları ve Çözümleri Sempozyumu, Kocaeli, 2005
3http://www.ozida.gov.tr/ozveri/ov3/ov3ayrimveozurlu.htm
4
http://www.ozida.gov.tr/ozveri/ov3/ov3ozurlukadinveayrim.htm
5http://www.ozida.gov.tr/ozveri/ov3/ov3ozurlukadinveayrim.htm
6http://www.ozida.gov.tr/ozveri/ov3/ov3ozurlukadinveayrim.htm
7http://www.sosyalsiyaset.com/documents/engelli_kadin.htm

10 Mart 2015 Salı

Ötenazi ve Yaşam Hakkı

"Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır."
                                                                                                İHEB Madde 3
GİRİŞ
İnsanın temel haklarından biri olan yaşama hakkı diğer hakların vücut bulabilmesi için garanti altına alınmalıdır. O yüzden bu hak bütün çağdaş demokrasiye sahip ülkelerin Anayasalarında güvence altına alınmaktadır. Tüm dünyada özellikle son otuz yıldır tartışılan ötanazi bilim ve etiği karşı karşıya getirmekte ve çoğu zaman bilim insanları arasında hararetli tartışmalar yaşanmaktadır. Ötanazinin nasıl ve ne şekilde gerçekleştirileceği sorun olmuştur. Dünya’ da ötanazi nitelik ve ceza verme açısından farklılık gösterse de genelde suç olarak kabul edilmiştir. Türk Hukuku’ nda konu ile ilgili ceza kanununda özel bir hüküm bulunmasa da Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’ nin 14. md.’ sinin 1. fıkrasında ve Sağlık Bakanlığı’ nın Hasta Hakları Yönetmeliği’ nin 13. md.’sinde de ötanazi yasaktır. T.C.’ de Ceza Hukuku, Kriminoloji ve İnsan Hakları Derneği’ nin ülke genelinde 8386 kişi ile yüz yüze görüşme yöntemiyle yaptığı araştırma sonucunda, halkın ötanaziye sıcak bakmadığı[1] ortaya konmuştur. Fakat yoğun bakım ünitelerinde görevli hemşirelere uygulanan ankette hemşirelerin %44,8 ‘ i yoğun bakımdaki hastaların devlete olan ekonomik yükünü düşünerek ötanazinin yasal olarak kabul edilmesini istemişlerdir.[2] Yaşama hakkı Anayasa başta olmak üzere tüm pozitif hukuk kuralları ile korunmuştur. Anayasa’ nın 17. maddesi ile, “ Herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu “ ifade olunmuş, tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamayacağı, rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamayacağı, 2. fıkra hükmü ile ayrıca öngörülmüştür.[3] Ayrıca TCK.’ nun 81, 83, 84 ve 85. maddeleriyle yaşama hakkı koruma altına alınmış, 25 ve 26. maddede ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler, 62. md.’ de ise fail yararına cezayı hafifletecek nedenler sayılmıştır. Anayasa’ da ve kanunlarda korunan yaşama hakkına yapılan bazı müdahalelerin[4] doğru olup olmadığı ve bu yüzden haklı görülüp görülemeyeceği tartışma konusu olmuştur. Aşağıda ötanazi ve türleri hakkında bilgi verdikten sonra, yaşamın niteliği kavramını anlatacak, dünyadaki uygulamalara yer verecek ve görüşümü bildireceğim. 1. ÖTANAZİ I. Ötanazinin Tanımı İlk defa Bacon tarafından kullanıldığı ileri sürülen ötanazi, “ızdırapsız, doğal ölüm”, “huzur, rahat ve kolaylık içerisinde ölüm”, “hoş, güzel, kolay, iyilik edici ölüm” anlamına gelmektedir.[5] Ötanazinin çeşitli tanımları yapılmıştır. Bir tanıma göre ötanazi, “ ölümün kaçınılmaz olduğu ve tıp ilminin verilerine göre iyileştirilme olanağı olmayan veya dayanılmaz acılar içinde olan kişinin tıbbi yollarla öldürülmesi veya tıbbi yardımın kesilerek ölüme terk edilmesi “ şeklinde tanımlanmaktadır.[6] Başka bir tanıma göre ötanazi acıma yüzünden adam öldürme veya birisini dayanılmaz ızdıraplardan kurtarmak için öldürmek şeklinde tanımlanmıştır.[7] Bir başkasına göre; iyileşmeyeceği ve dayanılmaz acıları ölümüne kadar süreceği tıbben benimsenmiş olan, durumu kendisi ve yakınlarınca bilinen, zihinsel yeterliliğe sahip bir kişinin, kendi bilinci ve özgür iradesi ile vermiş olduğu karar üzerine kendisini tedavi eden doktor aracılığıyla acısız bir biçimde hayatının sonlandırılmasıdır.[8] Hukuki açıdan ötanaziye verilen anlamlar, hak ve hürriyetler açısından geliştirilebilir. Bu açıdan ötanazi bir “ ölüm hakkı “ dır. Yaşama hakkının tersinden hareketle ötanazi, “ olumsuz yaşama hakkı “ dır.[9] II. Ötanazi Türleri A. Dar Anlamda Ötanazi – Geniş Anlamda Ötanazi – En Geniş Anlamda Ötanazi Dar anlamda ötanazi ölümün eşiğinde, ölmek üzere olduğu kabul edilen kişi üzerinde ötanazi uygulamasını yansıtırken, geniş anlamda ötanazi ölümünün hemen gerçekleşmeyeceği, haftalar ve belki yıllar sürebileceği hasta üzerindeki ötanazi uygulamasıdır.[10] Geniş anlamda ötanazi, kurtuluşu imkansız ve şifasız bir hastalığa yakalanana ızdırabını dindirmek amacıyla ölüme yol açacak bir biçimde icrai hareketle yapılan yardımdır.[11] Dar anlamda ötanaziyle geniş anlamdaki ötanazi arasındaki belirgin fark zamana ilişkindir. Birinde ölmek üzere olan hasta söz konusuyken, diğerinde ölüm zamanı belli olmayan hasta söz konusudur. Her iki ötanazinin pratik sonuçlarına gelince ötanazinin dar anlamda anlaşılması halinde ancak “ Ölmek üzere olan “ ve ızdırap çeken bir hastaya ötanazi kabul edilirken, diğer bir deyişle her geçen gün ölüme sürüklenen bir hasta öldürülemezken, geniş anlamda ötanazide, öldürme fiili ölmek üzere olan veya ölüme sürüklenmekte olan kişinin ızdırabını dindirmek için uygulanabilir.[12] En geniş anlamda ötanazi ise yaşama değeri olmadığı kabul edilen hastaların öldürülmesi anlamına gelmektedir.[13] Bu nev’ i ötanaziye örnek olarak tedavisi imkansız akıl hastalığına yakalanan şahıslar ve bitkisel hayata girenler gösterilebilir.[14] B. İradeye Bağlı ( Volonter ) – İrade Dışı ( Non Volonter ) Ötanazi İradeye bağlı ötanazi, bilinci yerinde olan bir hastanın isteği doğrultusunda yapılan ötanazidir.[15] Hukuki sonuç doğabilmesi için iradenin, temyiz kudretine sahip kişi tarafından, hata, hile ve tehdite maruz kalarak iptal edilebilir vasıfta olmadan, özgürce açıkladığı arzusu doğrultusunda olması gerekir. İradeye bağlı ötanazide doktor etken konumdadır ve ölümle sonuçlanan eylemi kendi uygular. Ya da doktorun yapması gereken müdahaleyi yapmayarak hastanın iradesi doğrultusunda hastanın ölmesine yardım etmesidir. Ötanazinin yasallaştırılmasını savunan grupların sundukları bildiriler çoğunlukla, ölmek üzere olan, acı çeken ve bilinci açık hastaların ölüm taleplerini içermektedir.[16] Ayrıca iradeye bağlı veya irade dışı ötanazinin olmazsa olmaz bir diğer şartı da aydınlatılmış onamdır. Aydınlatılmış onam, tedaviye devam etmek veya tedaviyi kesmek için hastayla ilgili tüm gerçek bilgilerin hastaya veya akrabalarına sunulmasıdır. İradeye bağlı ötanazi, kişinin kendi bedeni, yaşamı ve ölümü üzerinde karar verme hakkının bir parçasıdır.[17] İradeye bağlı ötanazi en rahat kabul edilen ötanazi türlerindendir. Tıp mensupları arasında yapılan ve geniş çaplı araştırmalardan biri olan Shapiro araştırmasından çıkarılan sonuca göre doktorlar ağır hastalık ve yaralanma hallerinde bilinci açık hasta tarafından yapılan ötanazi taleplerinde kendilerini, bilincin kapalı olduğu nörolojik hastalara oranla daha rahat hissetmektedirler.[18] İrade dışı ötanazi ise bilinç kaybı olan bir hastada yakınlarının iradesi ile gerçekleşir. Bilinç kaybı kavramından hastanın iradesinin alınması olanağı bulunmayan ve psikolojik veya nörolojik nedenlerle meydana gelen zihinsel kapalılık anlaşılır.[19] Non – volonter ötanazi hastanın yakınlarının veya onu kanunen temsile yetkili kimsenin bulunmadığı hallerde ise hastanın varsayılan iradesine uygun olarak gerçekleştirilebilen ötanazi türüdür.[20] C. Aktif Ötanazi – Pasif Ötanazi Ölümü sağlayan tıbbi yöntemlerin doğrudan doğruya kullanılması aktif ötanazidir. Örneğin, ölüm sonucunu doğuracak ilacın hastaya zerk edilmesi, hastanın acı ve ızdıraplarını yok etmek için bilerek kullanılmasıdır.[21] Yani hastanın hayatı doktor tarafından icrai bir hareketle sona erdirilmektedir. Başka bir deyişle, doktorun derin bir sedasyonu (sakinleştirmeyi) takiben ani ölüm yapacak nitelikteki ölümcül dozdaki ilacı uygulayarak hastasının hayatını sonlandırmasıdır.[22] Pasif ötanazi ise, hareketsiz kalarak ölüm sonucunu meydana getirmektir. Olumsuz bir fiille yapılan ötanazidir.[23] Pasif ötanazi genel anlamda, hastanın bir müddet daha yaşamasını sağlayan yaşam destekleyici tedaviyi sunmayarak veya yaşam destekleyici tedaviyi sona erdirerek ölümü hızlandırmak olarak kabul edilmektedir.[24] Kişi aktif olarak öldürülmüyor fakat adeta ölüme terk ediliyor. Ayrıca beslenme ihtiyacı olan bir kişiye bilinçli olarak besin verilmezse bu durum da pasif ötanazi olarak kabul edilir.[25] Nitekim Cruzan olayı olarak bilinen somut örnekte Amerikan Yüksek Mahkemesi, 25 yaşında geçirdiği kaza sonucunda bitkisel hayata giren ve 8 yıl bitkisel hayata girerek yapay olarak beslenen Nancy Cruzan’ ın beslenme tüplerinin çekilmesi suretiyle yaşamına son verilmesi yolundaki ailesinden gelen talebi kabul eden Missouri mahkemesi kararını onamıştır.[26] Doktorun her iki ötanazi türünde de kastı acıyı dindirmektir. Ve bu kast gerçekleşince doğal olarak, öngörülen ölümde gerçekleşmektedir. Türkiye’ de genel olarak doktorlar pasif ötanaziye evet demekte ve zaten mevcut sistem de dolaylı olarak pasif ötanazinin uygulandığını söylemektedirler. Ve pasif ötanazi olarak görülmeyen doktorun hareketi doğal yollardan ölüm olarak kayıtlara geçmektedir. D. Kazai Ötanazi – Medikal Ötanazi Ötanazi uygulanan ülkelerin bir kısmında ötanazi bir mahkeme kararına gerek gösterir. Buna kazai ötanazi denir. Buna karşılık, ötanaziye izin verilen bazı ülkelerde sadece hekim kararıyla ötanazinin gerçekleştirilmesi mümkündür. Bu durumda medikal ötanazi söz konusudur.[27] Ötanazide tecrübeli olan Hollanda’ da mahkeme kararı olmaksızın doktorun bir başka meslektaşı ile yaptığı konsültasyon sonucunda alacağı karar ile ötanaziye izin verilmektedir ki bu da medikal ötanaziye örnektir.[28] 2. YAŞAMA HAKKI I. Yaşamın Niteliği Kavramı A. Yaşamın Kutsallığı Yaşamın niteliği denince ilk akla gelen ne olursa olsun yaşamın çok değerli olduğudur. Ve bu değere binaen yaşam aynı zamanda kutsaldır. Yaşamın kutsallığı kabul ediliyorsa ölümcül bir hastalığı veya ölmek üzere olan bir hastanın kendi iradesiyle veya bilinci kapalı olan bir hastanın yakınlarının iradesiyle öldürme işleminin yapılmasının istenmesi ve bu isteğin hastanın acılarını dindirmek için gerçekleştirilmesi olanaksızdır. Yaşam dini açıdan veya değil kutsaldır. Yaşamın kutsallığına farklı açıdan yaklaşanlara göre ise, yaşam hakkı içinde ölme hakkını da barındırmaktadır, dolayısıyla ötanazi olanaklıdır. Bir diğer bakış açısına göre, insanın yaşamını nasıl sürdürdüğüne bakılarak ona göre yaşamın kutsal olup olmadığına karar verilmelidir. Ondan sonra ötanazi gerçekleştirilmeli veya gerçekleştirilmemelidir. Bir diğer bakış açısına göre ise yaşamın kutsallığı bireysel özgürlükler ve özerklik içinde değerlendirilmelidir. Bence yaşamın kutsallığı ve dokunulmazlığı yaşama hakkının niteliğinin iki farklı boyutudur. İdam cezasının uygulandığı İran’ a baktığımızda şu sonuca varırız: “ Yaşam kutsaldır fakat dokunulmaz değildir. Yani her kutsal dokunulmaz değildir. “ İdam cezasının uygulandığı Çin ve A.B.D.’ nin bazı eyaletlerini değil de İran’ ı örnek vermemin sebebi; İran’ ın bir İslam Cumhuriyeti oluşundan dolayı yaşamın kutsallığına atfedilen değerdir. Bu yüzden yaşamın kutsallığı ve dokunulmazlığını iki ayrı başlık olarak inceleyecek ve aşağıda yaşamın dokunulmazlığını anlatacağım. B. Yaşamın Dokunulmazlığı Yaşamın çok değerli olduğundan ve yaşama hakkının bütün hakların oluşması için gerekli olduğundan yola çıkarak varacağımız noktada yaşamın diğer bir niteliği; yaşamın dokunulmazlığıdır. Zaten yaşamın dokunulmazlığı kavramı yaşama hakkının bir parçasıdır. Hukuk karşısında insan, kendi kişiliğine bağlı bir somut temel hakkın sahibidir; bu somut temel hak da, “Bireysel Kişilik Hakkı” dır. [29] Bu hakkın tezahür ettiği ilk alan “ Beden Bütünlüğü “ dür. Ve beden bütünlüğü de içinde temel olarak yaşam ve sağlığın sürdürülmesi hakkını içine alır. Kişiliği kurmak, geliştirmek ve korumak için, insanın hak ve özgürlükleri vardır. Bunlar doğal olarak var olur, yasal olarak düzenlenir ve işleme bırakılırlar. [30] Bireyin yaşamı sona ermedikçe hak ve özgürlükler ortadan kalkmaz. Bu hak ve özgürlüklerden insanın yaşamı sona ermedikçe vazgeçilemez. Bireyin hak ve özgürlüklerinin sınırını bir başka bireyin hak ve özgürlükleri oluşturur. O yüzden yaşama hakkı mutlak değildir ve istisnası vardır. İstisnası da meşru müdafaadır. İdam cezasının uygulandığı ülkelerde ayrıca hakkın icrası da yaşama hakkının istisnasını oluşturur. Hukuk bir “ Beden Bütünlüğüne Dokunulmazlık “ kuramı yaratmıştır. Beden Bütünlüğüne Dokunulmazlık kuramı; öldürülemezliği, görülen, görülmeyen herhangi bir uzva bir noksan getirilmezliği, bir uzuvdan yoksun kılınamazlığı ( ilgilinin kendi istese bile ), maddi veya manevi açılardan bir işkenceye, ezaya, cefaya uğratılamazlığını deyimler, ilan eder, buyurur.[31] Yaşam hakkının kendisi bir “ Öz “ den ibarettir. Yaşam hakkı söz konusu olunca, onun “ öz “ ü, “ içerik “ i, “ kapsam “ ı, “ şumul “ ü hep bir ve aynı şeyi deyimler. Bu içeriğe, kapsama, şumule bir yerinden, en küçük bir sınır getirilirse “ Öz “ bozulmuş, yok edilmiş olur.[32] Hukuk ve devlet düzeni; kişiyi, kendisine karşı koruma gereklerini yerine getirmekle de görevlidir.[33] Yaşam hakkına yapılan her türlü müdahale kişinin rızasıyla bile olsa hukuka aykırıdır. Fakat birinin beden bütünlüğüne karışma; söz konusu bireysel kişilik hakkının yıkılmasına yönelik değil de, tersine, yaşam hakkının sürdürülmesine, geliştirilmesine yönelik ise; burada doktorun bedene karışması geçerlidir.[34] II. Yaşama Hakkını Güvence Altına Alma ve Yaşatmacılık Esası Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ nin 3 Eylül 1952’ de yürürlüğe giren metninin 2. md.’ sinin 1. fıkrasına göre; “Herkesin yaşam hakkı yasanın koruması altındadır. Yasanın ölüm cezası ile cezalandırdığı bir suçtan dolayı hakkında mahkemece hükmedilen bu cezanın yerine getirilmesi dışında hiç kimse kasten öldürülemez. “ ifadesi yer almaktaydı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ nin 1 Mart 1985’ de yürürlüğe giren 6 no’ lu protokolüne göre ölüm cezası kaldırılmıştır. Sözleşmenin 2. md. sinin 1. fıkrası “ Herkesin yaşama hakkı hukuken korunmalıdır. Hiç kimse, kanunda cezası belirlenmemiş bir suçu işlemesi nedeniyle mahkeme kararının infazı amacıyla dahi olsa yaşama hakkından mahrum bırakılamaz. “ olmuştur. Sözleşmenin bu maddesi Devlete, yaşama hakkını koruma mükellefiyeti yüklemiş ve hiç kimsenin yaşamaktan bilinçli olarak mahrum bırakılamayacağını öngörmüştür.[35] Buna göre devlet bireyi sadece doğrudan tecavüz teşkil eden eylemlere karşı korumak borcu ile yükümlü olmayıp, hayatı rizikoya sokacak tehlikeli durumlara karşı da korumak zorundadır.[36] Yaşama hakkı sırf saygıyı değil, hakkın korunup, gözetilmesini de gerektirir. 3. CEZA HUKUKU AÇISINDAN ÖTANAZİ I. Mukayeseli Ceza Hukukunda Ötanazi A. Ötanaziyi Suç Sayan Devletlerin Gerekçeleri 1 - Ötanazi bütün unsurlarıyla kasten adam öldürme suçunu oluşturur. Failin iradesi de bu yöndedir. Adam öldürme suçu kasti bir suçtur, hekimde yada failde bu kast mevcuttur. Mevcut olan bu kast manevi unsuru oluşturur. Burada saik değil maksat önemlidir. Katil katildir, doktor olması ve merhametten, hastanın ızdıraplarını gidermek için bunu yapması sonucu değiştirmez. 2 - Ötanazi taraftarlarına yapılan itirazlardan biri de; doktorun yanlış teşhis yapabilmesi veya hastaya uygulanacak yeni bir tedavi yöntemi keşfedilmesi ihtimalidir. “ Tıp ilminde hata ihtimali her zaman mevcuttur. Bir hastalığın öldürücü olup olmadığının kat’ i olarak tesbiti mümkün değildir. “ denilmektedir.[37] Bir insanın yaşama hakkı göz göre göre ihlal edilebilir. 3 - Ötanazinin kanunlaştırılması halinde toplumun moral ve psikolojik yapısı çökecektir. Çünkü, kolay bir ölümü seçmek yaradılışın gereğidir. İnsan hayatının değerinin mutlak surette azalması karşısında, netice olarak, ferdi olaylarda kolay ölümü seçmek diğer fikirlerin önüne geçecektir. Doktorlara veya üçüncü şahıslara öldürme hakkını tanımak suistimallere yol açacaktır. Kanunlar, ötanaziye mani olmakla her birine makul sebep bulunabilecek bir dizi cinayeti önlemiş olmaktadır.[38] 4 - Ötanaziye müsaade edilmesinin tıbbın gelişmesi için engelleyici olacağı ve insanların tıbba ve doktorlara olan itimadının sarsılacağı ileri sürülmüştür.[39] İyileşmesi bugün için imkansız bir hastayı öldürmek, insanlığın gelecek başarılarını inkar etmeye eşit anlamdadır.[40] Nitekim evvelce öldürücü bir hastalık olan kan kanseri bugün ilik nakli vs. yöntemlerle tedavi edilebilmektedir. Şayet o zamanlar bir çok hasta acı çekmeye ve ölüme mahkum olsaydı ve onların ızdıraplarını dindirmek için doktorlar büyük gayretler sarfetmek yerine, kolay yoldan ölümü seçselerdi, belki bugün kan kanseri şifasız bir hastalık olacaktı.[41] 5 - Ayrıca ötanazi karşıtları Hipokrat Yemini’ nde aktif ötanaziye açıkça karşı olunmasından dolayı doktorun ötanazi uygulayamayacağı görüşüne sahiptirler. Hipokrat Yemini’ nde şöyle demektedir: “ Benden talep edilse dahi, hiç kimseye ne öldürücü ilaç vereceğim ne de öldürücü etkiye neden olan bir şey tavsiye edeceğim. “[42] Doktor hastayı tedavi etme misyonunu yüklenmektedir. Dolayısıyla ötanazi yapılamaz. 6 – Ötanazi her insanda bulunan koruma güdüsüne dolayısıyla insan doğasına aykırıdır.[43] B. Ötanaziyi Suç Saymayan Devletler 1. A.B.D. A.B.D.’ de aktif değil, istemli pasif ötanazi hukuka uygun kabul edilmektedir. A.B.D.’ deki uygulamaya ilişkin olarak üzerinde durulması gereken nokta şudur: A.B.D.’ de uygulanan pasif ötanazi, genel kabul gören ötanazi tanımının dışındadır. Hastanın ölümcül hasta olmadığı durumlarda da, hastanın tedavisini kesmek veya onu yaşam destekleyici araçlardan çıkarmak mümkündür.[44] Ötanazide hastanın vasiyetini mutlak arayan bazı eyaletlerde, hastanın yazılı ve önceden verilen açık iradesi bulunmadıkça yapay yaşam desteğinin kaldırılması mümkün görülmemektedir. Diğer taraftan 20 eyalette hastanın iradesi tam olarak tespit edilmezse dahi yasal temsilcisi veya onun yerini tutan bir başkasının örneğin mirasçıların iradesinin yeterli görüldüğü belirlenmiştir.[45] A.B.D.’ de istemli pasif ötanazinin, pek çok eyalette ve sınırları bu kadar geniş tutularak tanınması karşısında, aktif ötanaziye ölümcül hastalar için dahi imkan sağlanmaması bir çelişkidir.[46] 2. Belçika Belçika yasalarına göre, ötanazi isteyen hastanın 18 yaşından büyük olması, bu talebini bilinçli ve kendi iradesiyle yapması, bu isteğini düşünerek ve birkaç defa yansıtması şart koşuluyor. Hastaya ötanazi yapılabilmesi için, "fiziki veya psikolojik açıdan, tıbbi olarak sürekli ve dayanılmaz acı çekiyor olması, hastalık sürecinde çaresiz bir aşamada bulunması" gerekiyor. Ötanazi yapacak doktorun hastayla derinlemesine görüşmesi, sağlık durumu hakkında ayrıntılı bilgi vermesi, "ötanaziden başka bir çare kalmadığı" konusunda hastayla mutabakat sağlaması da koşullar arasında bulunuyor. "Hastanın ötanazi talebinde bulunmasıyla yapılması arasında en az 1 ay geçmesi" ve "özel bir komisyonun nihai kararı vermesi" şartları da yasada yer alıyor. Yasaya göre, Belçika'daki insanlar, arzu ederlerse sağlıklı günlerinde bir yazılı vasiyet hazırlayarak, amansız bir hastalığa yakalandıkları veya bir kaza sonucu bilinçsiz kaldıkları, kurtuluş ümidi bulunmadığı durumlarda, ötanaziye gidilmesini isteyebiliyor. Bu durumda, bir vekaletnamede, bir veya birkaç kişinin ismi verilebiliyor ve bu kişiler ötanazi kararını hasta adına doktorlara bildirmekte yetkili kılınabiliyor. Belçikalı doktorlar, ötanazinin yapılmasını izleyen 4 gün içinde, Federal Kontrol Komisyonuna bilgi raporu sunuyor. Bu komisyonunüyelerinin üçte ikisi, mevcut verilerin incelenmesinden sonra, ötanazinin gereksiz olduğu kanaatine varırsa dosya savcılığa sevkediliyor ve adli takibat başlatılıyor.Yasa, hiçbir doktorun zorla ötanazi yapmaya mecbur edilemeyeceğini de kayda bağlıyor.Belçika'da resmi kayıtlara göre her yıl 500'den fazla kişiye ötanazi uygulanıyor.[47] 3. Hollanda Mahkeme kararları ile 1984 yılında başlayan ötanazi uygulamasının cezalandırılmaması yaklaşımı, 1994 tarihli bir yasa ile yasal bir prosedüre bağlanmış olarak sürdürülmüştür.[48] 10 Nisan 2001 yılında ötanazi hukuka uygun hale getirilmiştir. Holllanda hukukunda ötanazi şöyle tanımlanmaktadır: Ötanazi, hastanın açık talebi üzerine, doktor tarafından hastanın yaşamına son verilmesidir.[49] Söz konusu yasaya göre, iyileşme umudu bulunmayan kişiler, istedikleri takdirde doktor kontrolü altında yaşamlarına son verebilme hakkına sahip durumdadırlar. Ötanaziyi uygulayan doktor, yaptığı işlemi “Bölgesel Ötanazi Denetleme Komisyonu”na bildirmek zorundadır. Komisyon, ötanazinin yasalara uygun şekilde yapılıp yapılmadığını denetleyebilecektir. Bu denetim sonucunda, komisyon, doktorun ötanazi işlemini özenli şekilde yapmadığına kararına varırsa savcılığa suç duyurusunda bulunacaktır. Bu yasa yürürlüğe girmeden önce Hollanda'da ötanazi kazai içtihatlarla oluşturulan kriterlere uygun olarak yapıldığı takdirde hukuka uygun sayılıyordu. Hollanda, ötenazinin en çok uygulandığı ülkedir. Bu ülkede, her yıl 2300 kişi ötanazi sonucunda hayatlarını kaybetmektedir. Böyle bir yasanın yürürlüğe girmesinin, yaratığı en büyük pratik değişiklik, doktorların cezai kovuşturmaya uğrama ihtimallerinin tamamen ortadan kalkması olmuştur.[50] 4. Lüksemburg 17 Mart 2009 tarihinde ötanazinin gerçekleştirilmesi hakkında kanun yürürlüğe girmiştir ve böylece ötanazinin uygulandığı üçüncü Avrupa ülkesi Lüksemburg olmuştur. Ötanazinin uygulanması için dayanılmaz acılar içindeki hastanın doktor tarafından iyice aydınlatılması ve hastanın kendi iradesiyle muvafakatı gerekir. Hastanın bilincinin yerinde olmaması durumunda hastanın ailesinin ve doktorun ötanazi için muvafakati gerekmektedir.[51] II. Türk Ceza Hukukunda Ötanazi T.C.K.’ da ötanazi ile ilgili özel bir hüküm yoktur. Ötanazi kişinin hayatına son vermeyi gerektirdiği için kasten adam öldürme suçu sayılmakta, hakim cezayı hafifletici sebepleri göz önüne almakta ve fail buna göre cezalandırılmaktadır. T.C.K.’ nun 81. md.’ sinde kasten adam öldürmeye verilecek ceza belirtildikten sonra 82. maddede nitelikli haller sayılmıştır. (www.hukukcu.com ) Türkiye’ de, aktif ötanazi, kasten adam öldürme suçu olarak kabul edilmektedir ( T.C.K. md 81 ), oysa hekimin tehlike hali olmasına rağmen, diğer bir deyişle hastanın öleceğini öngörmesine rağmen hastanın talebi üzerine tedaviyi sona erdirmesi, taksirle adam öldürme suçunu oluşturmaktadır.[52] Kasten adam öldürme müebbet hapis cezasını gerektirirken, taksirle adam öldürme 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası gerektirmektedir. Ayrıca sadece bir ya da iki parmağı hariç vücudunun tüm bölgeleri felç olan ve kendini öldüremeyecek durumda olan hastanın ölmesi için her şeyi hazırladıktan sonra düzeneğe basıp, ölmesi için düzeneği hastanın eline veren etken konumda olmayan doktor, hastanın düzeneğe basması ve ölmemesi durumunda TCK. md. 84’ ün 1. fıkrasına göre 2 yıldan 5 yıla, hastanın ölmesi durumunda 4 yıldan 10 yıla kadar hapis cezası alır. Aynı doktor, hiçbir tarafı tutmayan bir hastanın iradesiyle ölme isteğini yerine getirmek için ona ilaç verip su içirirse bu sefer kasten adam öldürmek suçundan yargılanacaktır. SONUÇ AİHM’ si önüne gelen davalarda somut olayın niteliklerine göre karar vermekte ve yaşama hakkının ölme hakkını da içermediği görüşüne katılmaktadır. Ben de ötanazinin bir hak olmadığı görüşündeyim. Haklar özellikle vatandaş olan herkese verilmektedir, oysa ötanazi her devlet tarafından kabul edilmeyen edilse de hastanın belirli şartları taşıması suretiyle ölmesine iç hukukta kanunlarla icazet verilebilen bir vaka’ dır. Ve ötanazi bir haksa herkese uygulanmalıdır, daha doğrusu uygulanabilmelidir. Hakların kısıtlanması, verilmemesi istisna iken ötanazinin uygulanması istisnadır. Ayrıca ötanazi evrensel bir hak değildir, kabul edilip edilmemesi ülkelerin iç hukuk düzenlemelerine bırakılmıştır. Fakat yaşam hakkı evrensel bir haktır, kanunlarla güvence altına alınmıştır. İHEB’ nin 3. maddesi, BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ nin 6. maddesi, AİHS’ in 2. maddesi ve AB Temel Haklar Şartı’ nın 2. md.’ si herkesin yaşam hakkı olduğunu söyleyerek bu hakkı garanti altına almıştır. Bir an için ötanazinin hak olduğunu düşünsek bile, ötanazi yaşama hakkından vazgeçmek olduğuna göre kişiye sıkı sıkıya bağlı olmalıdır deriz. Bu durumda irade dışı ötanazi getirilen ölçütlere uymaz. Şayet insan, sübjektif haklara sahipse onu ancak bir topluluğun üyesi olduğu zaman elde edebilir ve orada ( toplumda ) bir hukuk kuralına boyun eğmek vardır; çünkü, bütün toplumun varlığı, üyelerini etkisi altında tutan kuralların varlığı halinde ortaya çıkar.[53] Her birey hayatını yönlendirme hakkına sahiptir. Bütün iradi eylemlerin amacı vardır. Özgürlük sanki ışığa tutulmuş, ışığı renklere bölen bir prizmadır; herkes ona bakarak kendi açısından gördüğü rengi veya renkleri tasvir eder.[54] Özgürlük, sübjektif bir hak olarak, dilediği gibi serbest davranmak serbestisi değil; fakat, bireyin sosyal dayanışma olgusuyla mümkün olabilen en iyi işbirliği içinde, benliğini olabildiği ölçüde geliştirmenin, bütün bireylere yüklediği bir yükümlülüktür.[55] Bu tanımdan yola çıkarak diyebiliriz ki; özgürlük her şeyi yapabilmeye muktedir olma hakkı değildir. Özgürlüğün bu kapsamı içinde, insan hiç de özgür olma hakkına sahip değildir; o yerine getirilmesi gereken bir sosyal ödeve, benliğini mümkün olan en üst düzeyde geliştirme ve gerçekleştirme ve sosyal fonksiyonunu, gerektiği gibi yerine getirme ödevine sahiptir.[56] Bu ifadelerden de anlaşılabileceği gibi insan, hayatını sonlandırma özgürlüğüne sahip değildir. Asıl mesele, özgürlüklerin platonik olarak tanınması değil, fakat onun sağlanması ve korunması meselesidir.[57] Kanımca ölme hakkı olarak kabul edilen kavramın sağlanması ve korunması söz konusu değildir, çünkü ötanazi hak vasfına haiz değildir. Bireysel iradelerin sahip olduğu isteme gücü, sosyal dayanışmanın amacına aykırı bir sonucu ya da onun tarafından belirlenmemiş bir amaca uygun bir sonucu istemek olanağı tanımaz. Bireyin sahip olduğu güç, isteme ödevi tarafından belirlenmiş isteme gücüdür.[58] Temel hakların biri de yaşama hakkıdır. Ötanazinin meşrulaştırılması insanların birbirlerini öldürmeme yükümlülüğünün çiğnenmesi anlamını taşır ki, bu yüzden ötanazi kanunlaştırılmamalıdır. Ötanaziyi meşrulaştırmak yerine toplumda engelli ve hasta olarak yaşamlarını sürdüren dezavantajlı kesimlerin refahı arttırılmalı, erişilebilirlik ve ulaşılabilirlik en üst düzeye çıkartılmalı yani yaşam kalitesi arttırılmalıdır. Çünkü işin esasına girdiğimizde hiçbir dezavantajlı gruptaki insan ölmeyi istemez, sadece kendini buna mecbur hissedebilir. KAYNAKÇA Kitaplar Artuk, Gökçen, Yenidünya, Ceza Hukuku Makaleleri, Güven Kitabevi, İstanbul, 2002 Erem, Prof. Faruk, Suç Bilimi Açısından Adalet Psikolojisi, Adil Yayınevi, Ankara, 1997 Güven, Kudret, Kişilik Hakları ve Ötanazi, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2000 İnceoğlu, Sibel, Ölme Hakkı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1999 Kapani, Prof. Münci, Kamu Hürriyetleri, Yetkin Yayınevi, Ankara, 1993 Özkara, Erdem, Ötanazide Temel Kavramlar ve Güncel Tartışmalar, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2001 Savcı, Bahri, Yaşam Hakkı ve Boyutları, S.B.F. Basın ve Yayın Yüksek Okulu Basımevi, Ankara, 1980 Türközer, Bahir, Toplumsal Gerçeklik Olarak Hukuk, Ankara, 1996 Makaleler İnceoğlu, Sibel, Hollanda Hukuku’ nda Ötanazinin Hukukiliği, İ.B.D., 1998 Ömeroğlu, Ömer, Ötanazi, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2 Tezler Bafra, Jale, Euthanasia, Yüksek Lisans Tezi, T.C. İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, 1990 Tepehan, Selma, Yoğun Bakım ve Servislerde Çalışan Sağlık Personelinin Ötanaziye Bakışı, Yüksek Lisans Tezi,, T.C. İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, İstanbul, 2006 İnternet Kaynakları http://www.drkoray.com http://www.ttb.org.tr http://www.hukukcu.com http://www.ozurlulergazetesi.com http://www.lifesitenews.com SONNOTLAR [1] http://www.drkoray.com/index.php/otanazi [2] Tepehan, Selma, Yoğun Bakım ve Servislerde Çalışan Sağlık Personelinin Ötanaziye Bakışı, Yüksek Lisans Tezi,, T.C. İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, İstanbul, 2006, s. 91 [3] Güven, Kudret, Kişilik Hakları ve Ötanazi, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2000, s. 2 [4] Ömeroğlu, Ömer, Ötanazi, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, s. 187 [5] Ömeroğlu, A.g.e., s. 188 [6] Artuk, Gökçen, Yenidünya, Ceza Hukuku Makaleleri, Güven Kitabevi, İstanbul, 2002, s. 3 [7] Savcı, Bahri, Yaşam Hakkı ve Boyutları, S.B.F. Basın ve Yayın Yüksek Okulu Basımevi, Ankara, 1980,s. 21 [8] Tepehan, A.g.e., s. 3 [9] Güven, Kudret, Kişilik Hakları ve Ötanazi, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2000, s. 12 [10] Ömeroğlu, A.g.e., s. 188 [11] Artuk, Gökçen, Yenidünya, A.g.e., s.7 [12] Artuk, Gökçen, Yenidünya, A.g.e., s. 7 [13] Ömeroğlu, A.g.e., s.189 [14] Artuk, Gökçen, Yenidünya, A.g.e., s. 8 [15] Güven, A.g.e., s. 13 [16] İnceoğlu, Sibel, Ölme Hakkı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1999, S. 158 [17] İnceoğlu, A.g.e., S. 162 [18] Güven, A.g.e., s. 14 [19] Artuk, Gökçen, Yenidünya, A.g.e., s. 9 [20] Güven, A.g.e., s. 14 [21] A.g.e., s. 10 [22] Özkara. Erdem, Ötanazide Temel Kavramlar ve Güncel Tartışmalar, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2001, s. 18 [23] Artuk, Gökçen, Yenidünya, Ceza Hukuku Makaleleri, Güven Kitabevi, İstanbul, 2002, s. 10 [24] İnceoğlu, A.g.e., S. 135 [25] http://www.hukukcu.com/bilimsel/kitaplar/otenazi.htm [26] Güven, A.g.e., s.16 [27] Artuk, Gökçen, Yenidünya, A.g.e., s. 10 [28] Güven, A.g.e., s. 17 [29] Savcı, Bahri, Yaşam Hakkı ve Boyutları, S.B.F. Basın ve Yayın Yüksek Okulu Basımevi, Ankara, 1980, s. 6 [30] A.g.e., s.10 [31] A.g.e., s.16 [32] A.g.e., s.12 [33] A.g.e., s.18 [34] A.g.e., s.21 [35] Güven, A.g.e., s. 102 [36] Güven, A.g.e., s. 103 [37] Bafra, Jale, Euthanasia, Yüksek Lisans Tezi, T.C. İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü, 1990 [38] Bafra, A.g.e., s. 25 [39] Bafra, A.g.e., s. 25 [40] Erem, Prof. Faruk, Suç Bilimi Açısından Adalet Psikolojisi, Adil Yayınevi, Ankara, 1997, s. 41 [41] Bafra, A.g.e., s. 25 [42] İnceoğlu, A.g.e., s. 170 [43] Ömeroğlu, A.g.e., S. 195 [44] İnceoğlu, Sibel, Ölme Hakkı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1999, S. 186 [45] Güven, A.g.e., s. 37 [46] İnceoğlu, A.g.e., s.190 [47] http://www.hukukcu.com/bilimsel/kitaplar/otenazi.htm [48] İnceoğlu, Sibel, Hollanda Hukuku’ nda Ötanazinin Hukukiliği, İ.B.D., 1998, S. 27 [49] İnceoğlu, A.g.e., s.27 [50] http://www.ozurlulergazetesi.com/news_detail.php?id=11130&uniq_id=1241133096 [51] http://www.lifesitenews.com/ldn/2009/mar/09031803.html [52] İnceoğlu, Sibel, Ölme Hakkı, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1999, S. 139 [53] Türközer, Bahir, Toplumsal Gerçeklik Olarak Hukuk, Ankara, 1996, s. 66 [54] Kapani, Prof. Münci, Kamu Hürriyetleri, Yetkin Yayınevi, Ankara, 1993, s. 3 [55] Türközer, A.g.e., s. 239 [56] A.g.e., s.246 [57] Kapani, A.g.e., s. 247 [58] A.g.e., s. 244 Arzu BESİRİ hakemli makaleler. TBB Dergisi, Sayı 86, 2009. 188. ÖTANAZİ VE YAŞAM HAKKI. 

Kadının Statü Kazanımı

Kadının doğurma gücünün karşısında erkeğin doğurtma gücünü ele alırsak, hep kadınlar değiş tokuş aracı olarak görülür. Çünkü erkek her zaman etkin, kadın her zaman edilgendir. Nüfusu ve dolayısıyla iş gücünü arttırmak için kadın değiş tokuş edilmelidir. Bu yüzden kadınlar kabileler arasında değiş tokuş edilmiş ve nesneleştirilmiştirler. Bu dıştan evlenme durumu değiş tokuş ilişkisini oluşturur. Değiş tokuş ilişkisi de yakın akrabayla cinsel ilişki kurma yasağından ileri gelir. Ayrıca kadınların erkekler tarafından değiş tokuş edilmesi belirli bir toplumsal cinsiyetçi sistemi ortaya koyar. Geleneksel toplumlarda genellikle evlilik ve çocuk sahibi olmalarıyla kadın ve erkek tanımlanmıştır. Erkek doğumuyla birlikte bireydir ve etkindir kadında onun kölesidir. Kadın her açıdan erkeğe bağımlı kılınarak köleleştirilmiş ve sembolleştirilmiştir. Bu sembolleştirilmeye göre kadın anne ve iyi eş olmalıdır. Boyun eğmiş kadınlık doğaldır ve hiçbir kölelik bu kadar içselleştirilip, onaylanmamıştır. Toplayıcılıktan avcılığa geçilmesiyle erkek üretim içinde yer alır ve artık kadın erkeğin egemenliğine girmiştir. Burada iktidar ilişkisi söz konusudur ve iktidar erildir. Erkek iktidarı kadının eylemleri üzerinde harekette bulunur, iktidar özgür olduğu için erkekte özgürdür. Erkek kendi koyduğu yasalarla egemenliğini pekiştirmiş ve kadını baba ya da koca hakimiyetine girmeye mecbur kılmıştır. Kadın soyun devamı için gereklidir fakat erkek de soyun devamı için gereklidir. Çocuk doğurmak kadın için edilgenliktir, ona hiçbir biçimde etkinlik vermez yani özgür değildir. Özgürlükler mutlak değildir ve zamana bağlıdır. İktidar ilişkisi türleri aslında Devlet’ e gönderme yapar. Devlet de zaman içerisinde kadınlara iktidar içerisinde özgürlük vermiştir. Kadınlar eril iktidara tabidirler ve mal gibi görülürler. Bu yüzden de şiddet olaylarında nesne durumundadırlar. Fakat cinsiyetler arasındaki ilişkinin kendine has özellikleri vardır. Aralarında çatışma mümkün değildir, birbirlerinden kurtulmak istemezler, birbirlerine bağımlıdırlar. Çünkü biri olmadan öbürü yaşayamaz. Ekonomik, duygusal ve siyasi ilişkilerin oluşmasına yol açan neden de cinsiyetlerin bağımlılığıdır. Üremenin gerçekleşmesi, insanlığın devamı için kadın ve erkeğin bir arada olması şarttır. Kadın ve erkek birbiriyle eşittir fakat bu eşitlik özdeşlik değildir. Yani bireylere özgü farklı uygulamalar mevcuttur. Yaşlılara ve çocuklara nasıl eşit davranılamazsa kadın ve erkeğin de eşit olamayacağı alanlar söz konusudur. Mesela iş kanunumuzda kadınların yer altı işlerinde çalıştırılamayacağı belirtilir. Bu eşitlik söylemi önceleri edilgen olarak kabul edilen kadının değiş tokuşuyla başlayarak zamanla gelişmiştir. Kadının daha da özgür olarak hak ettiği yeri alması kadınların eril hakimiyete karşı mücadeleleri sayesinde olacaktır.

HOŞ GELDİNİZ

Şahsi bloguma hoş geldiniz